Aklın bugünkü bunalımının temelinde, düşüncenin belli bir noktadan sonra nesnelliği ya hiç kavrayamaması ya da bir sanrı olarak reddetmesi yatmaktadır.
Çoğu zaman, akıllı olmak inatçı olmamak anlamına gelir; bu da varolan gerçekliğe uymak demektir.
Reklam
Eylemler dünyasında hayvanları ya da insanları inşaat malzemesi gibi görmenin hep ters teptiğini ve felaketlere yol açtığını biliyoruz. Öyleyse bu yaklaşım düşünceler dünyasında da aynı ölçüde yanlış değil midir?
Öyle de oldu
Çocuklar uzun yürüyüşlere tutkun olan babalarına öykünebilirler, ama aklın biçimselleşmesi bir noktanın ötesine geçmişse, onlar da radyodan verilen komutlarla jimnastik hareketleri yaparak yerine getireceklerdir vücutlarına karşı görevlerini. Öylece yürümek, ilerdeki görünüme karışıp gitmek artık gereksizdir. Görünüm yozlaşarak görünüm avcılığına, fotoğrafçılığa dönüşür.
Belki de Platon haklıydı; aşk bir hastalıktı, bir akıl tutulması, tedavisi olmayan bir illetti.
Hemen bütün suçlar nasıl oluyor da böyle kolaycacık ortaya çıkıyor ve hemen bütün suçluların izleri böylesine çabucak bulunabiliyor? Düşündükçe ilginç birtakım sonuçlara vardı: Ona göre bunun başlıca nedeni, suçun gizlenmesindeki maddi olanaksızlıktan çok, suçlunun kendinde aranmalıydı; hemen her suçlu, suçu işlediği sırada, yani aklın, iradenin en yoğun olması gerektiği anda, akıl ve irade güçsüzlüğüne düşüyordu; akıl tutulması ve iradeyi kaybetme tıpkı bir hastalık gibi geliyordu insana, gelişip yayılıyordu ve suçun işlenmesinden az önce en yüksek düzeyine ulaşıyordu, suçun işlendiği sırada ve ondan sonra kişiliklere bağlı olarak bu düzeyini sürdürüyor, sonra da her hastalık gibi etkisini yavaş yavaş yitirip yok oluyordu. Bu noktada ortaya çıkan sorun şuydu: Hastalık mı suçu doğuruyordu, yoksa suç mu kendi yapısına uygun, hastalığa benzer bir şeyleri geliştiriyordu? Şimdilik bu soruyu çözümleyecek güçte buluyordu kendisini Raskolnikov.
Sayfa 86
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.