Herkes unutmak için yaşıyordu. Unutmak, en işlevsel eylemdi. Tüketebilmek için unutmalıydı. Her şeyi ama her şeyi unutabilmeliydi herkes.
Reklam
Spinoza 44 numaralı mektubunda Thales’in tüm İnsanlık için geçerli olması gereken şu formülünü hatırlatır: “Her şey dostlar arasında ortaktır, bilgeler tanrıların dostlarıdırlar, oysa her şey tanrılara aittir... Öyleyse her şey bilgelere aittir...”. Bunun hiçbir zaman erişilemeyecek ideal bir durum olduğu açıktır, ama bir ütopyayla da karşı karşıya değiliz. Çünkü ütopyanın gerçekleşmesi her zaman yeni baskıcı durumların ortaya çıkışına yol açar. Spinoza ise daha çok bilgenin bu hayat düzenleyici İde’yi (bu Kantçı terim hoş görülürse) işlerliğe sokabileceğini, sokması gerektiğini söylemek istemektedir.
Spinoza 44 numaralı mektubunda Thales’in tüm İnsanlık için geçerli olması gereken şu formülünü hatırlatır: “Her şey dostlar arasında ortaktır, bilgeler tanrıların dostlarıdırlar, oysa her şey tanrılara aittir... Öyleyse her şey bilgelere aittir...”. Bunun hiçbir zaman erişilemeyecek ideal bir durum olduğu açıktır, ama bir ütopyayla da karşı karşıya değiliz. Çünkü ütopyanın gerçekleşmesi her zaman yeni baskıcı durumların ortaya çıkışına yol açar. Spinoza ise daha çok bilgenin bu hayat düzenleyici İde’yi (bu Kantçı terim hoş görülürse) işlerliğe sokabileceğini, sokması gerektiğini söylemek istemektedir.
Tarih boyu tüm iktidarlar düşünceleri yasaklamayı sürdürdüler. Ancak Descartes’ın temsil ettiği iklim ortaya çıktıktan ve yaygınlaştıktan sonradır ki düşünenler düşünce haklarını iktidarlar karşısında nesnel olarak talep etme imkânı bulacaklardır. Unutmayalım ki “sadece dili bakımından Kartezyen” olmasına rağmen Spinoza, Descartes döneminde açılan bu düşünsel iklimin insanıydı.
Reklam
Spinoza’nın kitabını bitirirken yaptığı son uyarı felsefesinin doruğudur: mutlu ve erdemli olabilmek için başlangıçta “yetkin” olmanız gerekmez; çünkü “erdem” mutluluğu verecek bir ödül değil, mutluluğun ta kendisidir...
Kalp ritmini değiştiren şeyin nedenini bilmek bize çok şey anlatıyor
Bileşik tutkuların genel karakteri demek ki sürekli olarak yeğinlik değişikliklerine uğramaları ve insanları hep bir kesinliksizlik, belirsizlik hali içinde tutmalarıdır. Tek çare duyguların ilk nedenlerini tanımaya çalışmaktır; nedenler konusunda upuygun bir fikrimiz olduğunda o zaman sevinçli duyguları kendimizde üretme şansımız ve gücümüz artar ve Spinoza buna aktif duygular, ya da nihai olarak aktif sevinçler adını veriyor.
– Bir tarihe sahip olan her şeyin “ertelenmiş” olması gerektiği o kadar açıktır ki, Spinozacı tarzda bir “duygular tarihi” yazmayı planlasak müziğin irade olarak tarihini (Schopenhauer) yazmak zorunda kalabiliriz... Akıl da ertelendikçe diyalektik bir karakter kazanır gerçekten (Hegel)... Ve Nietzsche’nin fark ettiği şey, ertelenmesi mümkün olmayan şeydi: Yani Hayat...
Benim sevdiğim beni sevmez beni seveni ben sevmem :)
Spinoza sevmenin ve nefret etmenin böylece çok farklı ve çeşitli tarzlarını tartışabilecektir: mesela sadece ötekinin sevdiğini sevmekle, ötekinin nefret ettiğinden nefret etmekle kalmayız, bunun tam tersi de olabilir. Ya da daha ilginç bir durum olarak, bizim sevdiğimizi herkesin sevmesine çaba gösteririz. Bu bir karşılıklılık arzusudur: sevdiğimiz bir kimsenin sevgimiz karşılığında bizi sevmesini isteriz. “Bizi sevmez başkasını severse kıskanırız, ya da sevgimizin karşılığını verdiğini hayal edemezsek duygusal sürtüşmelere gireriz. Duygular da o ölçüde şiddetlenerek güçlerini kat be kat artırırlar. Sonuçta bir sevgi pekâlâ saldırganlığa dönüşebilir. İşte duygusal ilişkiler alanı bu kadar kararsız bir hayat alanıdır.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.