Aşk temelde karşılıklı olmadığı için durmadan karşılıklılığı arar aslında. Karşılıklılık arzusu olmadan aşk yürümez (Sevdiğim kişi beni sevsin!), mümkünse simetrik olarak (Benim onu sevdiğim gibi sevsin beni!).* Aşığın en büyük çabası kendisini sevdirtmektir. Ne pahasına olursa olsun baştan çıkarmak sadece baştan çıkarıcıların gerçeği değildir; aşığın da kendine özgü fetih silahları vardır, içten olabildiği kadar kurnazca da olabilir. Sevilen birine verilen her hediye hem özverili bir arzdır hem de karşılık bekleyen egoist bir talep. Sartre, tüm paradokslarıyla bu durumu çözümlemiştir: “Aşık neden sevilmek ister? Aşk eğer fiziksel olarak sahip olmayı amaçlayan saf bir arzu olsaydı, birçok durumda, kolayca tatmin edilebilirdi.” Kayıp Zamanın İzinde'nin anlatıcısı, hapis tuttuğu Albertine'i günün her saatinde görebilir ve ona sahip olabilir, ama yine de “kaygıdan içi içini yemektedir”.
Sartre'ın bu paradoksu çözümleme şekli iyi bılınir: Fethetmek istediğimiz, ötekinin özgürlüğüdür. Ve güç istenci nedeniyle değil: Zorba aşkla alay eder; korkuyla yetinir (...). Tersine, sevilmek isteyen, sevdiği varlığın köleliğini arzulamaz (...). Bir otomata sahip olamaz (--) Bir özgürlüğe özgürlük olarak sahip olmak ister.”
“Fiziksel acılarda, hiç değilse acımızı kendimiz seçmek zorunda kalmayız. Hastalık acıyı belirler ve bize dayatır. Ama kıskançlıkta adeta her türden, her yoğunlukta, çeşitli acıları dener ve uygun olanda karar kılarız.”
“Benliğimiz birbirini izleyen hallerimizin üst üste binmesinden oluşur. Ama bu üst üste biniş bir dağın katmanlaşması gibi sabit değildir: Bitmek bilmeyen kabarmalar eski katmanları yüzeye çıkarır.”
“Belli bir yaştan sonra hatıralarımız o kadar iç içe girer ki, düşündüğümüz şeyin, okuduğumuz kitabın hiçbir önemi kalmaz neredeyse. Her yere kendimizden bir şey bırakmışızdır, her şey verimli, her şey tehlikelidir.”