Kendi varoluşunu amaçsızlığa indirgemiş bir zavallılık sergiliyor insanlar. Dişlerini gıcırdatıyorlar, ısıtıyorlar. Evet, insanı yemek yerken görmek çok canımı sıkıyor. Otlayan bir inekten veya haksız yere ölmüş bir hayvanının leşini yiyen bir sırtlandan farkı kalmıyor gibi pek. Amacı sürekli bir şeyler çiğnemek olan bir toplumun varoluşu neye yarar? Sanırım iyimser olmak daha rahatlatıcı. Veya kendimi öldürebilirim. Fakat bu yasak. Ayrıca işe yaramaz. Faydasız bir eylem. Hem teoride hem pratikte ispat edilmiş. Yine de duvarların rengine canım sıkılıyor. Kelimeleri kullanamamak, onların varlığını doygunca duyuramamak ve kocaman bir ızdırabı beş para etmez hale getirebilmek acziyetini yaşarken, pencereden baktığım güzel manzaranın bir anlamı olmuyor. Yeryüzünde kalan şey hiç masum olmayan bir hayvanlık. Cinai arzuların sürekli arttığı ve legal hale geldiği, kimsenin kendi içine müdahale etmek istemediği ve hatta itinayla kaçırdığı kendi minicik ve sonsuz alemimde, tertemiz uçuk mavi duvarlara bunalıyorum.
Kademeli şekilde artan bir ızdırabın verdiği o incecik keyif yok. Ellerimi bıraktım. Çünkü başka insanlara eziyet etmek istemem. Alınıp götürülen birçoklanı gibi salağa yatıp uyuyakalmak peşindeyim. Önümü görmüyorum. Hızlıca dönüp duran bulamaç haline gelmiş bir zihin. Bir öyle bir böyle. Şu veya bu şekilde inceltilmiş zevklerimin cesetleri öyle tertemiz ki, ölmemişler zannedip üzerime giyiniyorum. Kokuya aldırmıyorum. Camları açıyorum. Yine de ağır geliyor. İyimserlik ağır geliyor. İstenmediğimi sezmiyorum. Kırıntısı bile yok. Evet burayı diğerlerinden daha hızlı yazdım. Ve şimdi düne göre biraz daha geç kalmış durumdayım. Bilinen gerçekler için çok geç. Sahiplenmek için değil belki, fakat özür dilemek iyice klişe oldu. Yapılan işler ağır, belki affedilmez; ama bu, gidiyorum diyemeyeceğin kadar çıkmaz bir yol. Sanki yol, bana geliyormuş da ben her geçen gün daha çok sararıp küçülüyormuşum birazdan çıt diye kırılacakmışım gibi. Evet, beni abartıyorum. Birkaç genelleme ile kendimi katledebilirim halbuki. Bir şeye benzemediğimi biliyorum. Bunu gerçekten biliyorum. Sıkıldığımdan anlıyorum bunu.
Reklam
Binlerce şüphe veya kaçış içerisinde verilen tek karar kendisini cezalandırmaktır. Artık kırk beş sene sonra temizlenir ve ukala hale gelirse, ona yeni doğduğu zamanları hatırlatmak gerekir. Çiçekleri ısrarla anlatmak gerekir veya kedileri. Yeniden sonsuz büzülüşüme geçmeden evvel bir sürü tantana çekmek zorunda oluşum olsa olsa bir hakikati veya adaleti gösterir. Mahcubiyete niyet etmiş gibi yaşıyorum.
İnsanın başına her şey gelir. Yolda yürürken üzerinize bina düşebilir mesela veya bir mermi beyninize girebilir. Çoğu zaman kaldırımlarda uzun uzun beklemek istiyorum. Bunu içerleyerek yakılan bir sigara eşliğinde yıldızların uyumsuz şekilde çınlamasını seyrederken yapmak istiyorum. Belki yine üstü başı perişan bir hayalet uğradığı hayal kırklıklarından bahseder ve ben hiçbir şey söylemek veya çalmak zorunda kalmam. Burada benden iyi niyet, hoşgörü, alçakgönüllülük ve zenginlik bekleyen insanlar var. Onlara bir şey anlatamıyorum. Kendi varlığımdan sonsuz şüphedeyim. Işıklarsa şüphesiz şekilde varlar. Ellerim acıyor. Bir şey yazmadım ve beni rahat bırakın. Benim hakkımda sızlanıyorlar. Ben, yüce bir varlığım sanırım. Sanırım artık başka şeyler duyamıyorum. Kendi sesimi ilah edinmiş gibi yırtınıyorum. Kaybettiğim her saniye kızgınım ve gidin diyorum. Yine geliyor. "İyi misin?" diyor. Bu çok saçma. Tabii ki beni düşünmüyor. Hayır. Beni düşündüğüne veya sevdiğine beni asla inandıramayacak. Buna inanmak, tarihi inkâr etmektir. Veya belki yeryüzü incecik yeşil bir tabakayla kaplanıyordur da ben sarı ışıklardan dolayı bunu karamsarlığıma çeviriyorumdur. Yine de hayır.
Bir gün içimde samimi duygularla sanki yokmuşum gibi yürümek istemiştim. Tarihte kendinden haberi olmayan biri olup olmadığını düşünüyorum. Biri hiç kendini keşfetmeden birazcık bile kurcalamadan geberip gitmiş olabilir belki. Tarih bu nihai olarak. İçinde her türlü saçmalık var. Ayaklarım uyuşuyor. Küçük adımlar atıyorum iler geri. Bazen aklıma gelen fikirlere ricalarda bulunuyorum. Siz beni kapının önünde bekleyin lütfen, ben sizi çıkarken tekrar alıp aklıma koyacağım. Kabul ediyorlar. Bu tuhaf. Sıkıntılar bile karşılık bekliyor. Bir anlaşılmak isteği almış gidiyor bu duvarlarda. Kimse beni anlamıyor, kimse beni anlamıyor. Sanırım, bu bir tür kibre varıyor sonunda ve duvarlar herkesten farklı olduklarını ilan edip hemen üstünlüğe ve vurdumduymazlığa salıyorlar kendilerini. Sertleşiyorlar. İkircikli bir yapı zannediyorum. Riyakârlıklarını mütevaziliğe iltica ettiriyorlar zorla. Ellerinde kılıçlar. Çığlıklar eşliğinde zapt ediyorlar. Beceremiyorum, diyemiyor da. Bir kanca yırtıyor boynumu.
Bekliyorum. Eskiden daha çok beklerdim şimdi sadece teoride kibarlık yapıyorum. Bir cümle kurmayı planlıyorum son zamanlarda. Takibini bıraktığım ruhumun varlığını test etmek için. O cümlede asla bir zaman belirtisi olmamalı mesela ve ben sürekli ileri geri sallanıp durmayacağım şu an yaptığım gibi. Ve öyle bir cümle olmalı ki, aynı kelimeleri sürekli tekrar etmemem gereksin. Bu huysuzluğum ve endişemi dahil etmemeliyim o cümleye ve bir şeyler anlatmamalı. Varlık hiçbir şeyi açıklamıyor.
Reklam
11 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.