Aşka, arzuya da aynı cömert taşkınlıkla atılırdı; sevmek, vermek, el koymak, kaybetmek, acı çekmek: herkesin her gün tattığı o küçük, sayısız ölümü tatmak için. Ölüşü, ağlaması, acı çekişi, yitirişi bile coşkun, şevk doluydu.
Erkek ona, o dans sırasında, bütün kadın suretlerinin silindiği bir diyar, bir ‘ara dünya’ keşfettiğini anlatmadı: Tıpkı kendisi gibi, kadından, anneden, kız kardeşten, eş ya da metresten kaçan oğlanlarla dolu bir dünya.
Bir kuşlar diyarındaymış gibi uçuşan, insanların çoğundan biraz daha hızlı, daha çevik olan, insanlığın hep biraz önünde ya da gerisinde kalan, insanoğlundan duyduğu büyük korku yüzünden sürekli kaçan, duvarlardan, çitlerden bıkmış usanmış, durmaksızın engin, açık düzlükleri arayan, özgürlüğe susamış, dört bir yandan yağan uyarılar, eleştiriler yüzünden titreyen, her an, her yerde tehlike sezen... bu ürkek, uçucu, genç adamları sevmeyi ne zaman keseceğim?