Yolumuz yâr ile gül bahçesine uğradı;
Ben gafletle güle nazar edince dedi ki yâr:
Muhabbetin şartı bu mudur, utan yaptığından!
Ben varken güle bakmak nasıl elinden gelir?
Mevlâna Hizameddin HamuşHazretleri yine misafirimiz iken bir rahatsızlığa uğradığını haber verdiler. Hemen ziyaretlerine koştum. Gördüm ki, ateş yakmışlar, kendilerine üst üste hırkalar giydiriyorlar. Mevlâna Hazretleri o kadar üşümüş haldeler ki, dişleri birbirine çarpıyor, etrafındakilerse onu ısıtmaya çalışıyor. Bir saat sonra öğrendik ki, Mevlâna Hazretlerine fevkalâde bağlı bir adam, kış günü buğday öğütmek için değirmene gitmiş ve kaza eseri olarak değirmenin su dolu hendeğine düşmüş... İliklerine kadar da ıslanmış ve soğuk almış... Adamcağız ıslak elbiseleriyle kapıdan girdi ve vaziyeti iki kelimeyle izah etti. Mevlâna Hazretleri onu görür görmez ihtar ettiler. «Beni bırakın, asıl onu kurutun, ısıtın! Bana sirayet eden onun bu halidir!>> Gerçekten, gelen derviş yeni çamaşır ve kaftan giyip ısınınca Mevlâna'dan da o hal silinip gitti.