Sadece durup seyretmek gözbebeğimizin kesin bir yansızlı­ğı olma iddiasındadır, gerçeğin gösterisini yansıtmakla yetinir, özne o gösteriye hiçbir katılım ya da çarpıtma uygulamaz. Ama şimdi şunu fark ediyoruz ki, onun ardında, kaçınılmaz bir koşul olarak, dikkat düzeneği işlemektedir, bakışı öznenin içinden yö­netir ve kendi kişiliğinin derininden kaynaklanan bir bakış açı­sını, bir biçim ve bir sıra düzenini nesnelerin üzerine boca eder. İnsan gördüğüne dikkat etmez, tam tersine, ancak dikkat ettiği şeyi görür.
Önemli olan görünen şey değildir, insanla ilintili bir şeyin iyice görülmesidir, hem ne olursa olsun.
Reklam
Romanı -özellikle de modern romanı kastediyorum- için­den hep yeni yeni biçimler çıkartabilen sonsuz bir alem olarak düşünmek hatadır. Muazzam genişlikte, ama sınırlı bir taş ocağı olarak düşünmek daha yerinde olur. Romanda belli sayıda olası konu vardır. Öyle ya, taş ocağına sabahın erken saatlerinde ge­len işçiler kolayca yeni bloklar, yeni şekiller, yeni konular bul­muşlardır. Bugünkü işçilere ise, olsa olsa derinlerdeki ufak taş damarları kalmıştır. Yetenek işte tür denilen o nesnel olasılıklar listesi üzerin­de çalışır. Ve taş ocağı tükendi miydi, yetenek, ne denli büyük olursa olsun, hiçbir şey yapamaz.
­Sahra çölünde dahiyane bir oduncu­nun durumunu düşününüz. Esnek kaslarıyla, keskin baltası hiç­bir işine yaramayacaktır. Kesecek ormandan yoksun bir oduncu bir soyutlamadır ancak. Sanatta da olan budur. Yetenek ancak belli bir maddeye uygulanan öznel bir yatkınlıktır. Madde ise bireysel yeteneklerden bağımsızdır, o olmadı mıydı deha ve us­talığın hiçbir yararı olmaz.
244 öğeden 291 ile 244 arasındakiler gösteriliyor.