Devletçilik yeni Türkiye’ de milliyetçilik demekti. Birkaç kondüktörle ateşçilerden ve yaban yerlerde istasyon memurlarmdan başka içine Türk sokmayan Alman, İngiliz, Fransız demiryollarını hem satın almak, hem tamamlamak, hem de yüzde yüz Türk kadro ile işletmek... İmtiyazlı yabancı şirketleri tasfiye etmek ve hepsini yüzde yüz Türk kadro ile işletmek... Ve bu geri Asya memleketini ileri Avrupa memleketi haline getirecek her şeyi, her şeyi temelinden kurmak... Meclis kürsüsünde bir de “üç beyaz” parolası revaç bulmuştu: Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancaUmlzdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak... Ah bir buna muvaffak olsaydık...
Atatürk bir teferruatçı değildi. Hiçbir zaman bir hükümetçi, bir büro adamı ve hükümet takipçisi de olmadı. Onun için Türkiye'nin meselelerini incelerken, iş ve inşa alanlarında onun, sadece bütün işlere hakim gölgesini ve tasvip edici işaretini görmeliyiz. Devletçilik, sanayi, planlama, planlı ekonomi gibi konularda Atatürk, ancak yukarıdan nezaret eden bir milli başkan olarak kaldı. Konuların günlük çalışmalarına, teferruatına, meselelerine inmedi. Onun için Atatürk edebiyatında bu konular için ondan, etraflı görüşler ve müdahaleler nakletmeye kalkışmamalıdır. Zaten şu bir gerçekti ki, 1930, hele 1933'ten sonra Atatürk, artık 1930 sonrasının aktif, atılgan, hatta mücadeleci Atatürk'ü değildi. Hükümeti icraatında geniş ölçüde serbest bırakıyordu. "Çocuklar, eğer ben Çankaya'da böyle rahat oturuyorsam bu, hükümetin başında İsmet Paşa olduğu içindir." sözleri onundur ve birtakım manalar taşırlar.
Sayfa 355Kitabı okudu
Geri118
182 öğeden 181 ile 182 arasındakiler gösteriliyor.