Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir Kitapla Mümkün Röportaj Serisi
Mahir Ünsal Eriş ile çocukluk yılları, dil tutkusu, kitap okuma sevgisi, yazarlık serüveni ve gelecek planları hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sizi sohbetimize eşlik etmeye davet ediyoruz. ❤ Röportajın tamamına blog sayfamızdan ulaşabilirsiniz. bkmkitap.com/blog/mahir-unsa...
Uyanış
Gülüşünde bir yaz masalı.. Kâh haziran kâh çocukluk yılları.. Yıllanmış gamzende unutulan aşk şarabı… Somurtma hiç daha değil, Daha değil, gitmelerim…
Reklam
Okuma Listem
DÜNYA EDEBİYATI 📚 *HOMEROS İlyada Destanı ✓ Odysseia Destanı ✓ *DANTE ALİGHİERİ Yeni Dünya✓ İlahi Komedya✓
Çocukluk (Yazdıklarımdan)
Zamanın hızla akıp geçtiği, dün gibi hatırlanan o çocukluk yılları... Renkli balonlarla dolu günler, masumca kahkahalar, hayallerle süslenmiş geceler. Yetişkin birinin içinde, o masumiyetle dolu anılara duyduğu özlem hiç solmaz. Çocukluk, özgürlüğün, merakın ve sevginin kaynağıydı. Arada bir, yetişkin dünyanın karmaşasında kaybolup, o güzel günleri düşlemek kaçınılmazdır. O zamanlar ne kadar da mutluyduk, ne kadar da umut doluyduk. O anılar, zamanla büyüdüğümüzde bize eşlik eden değerli hazinelerdir. Her yetişkin, içindeki çocuğu özler, o masumiyetle dolu zamanlara bir özlemle bakar, çocukluk yıllarındaki o saf mutluluğu özlemle anar.
İSTANBUL’DA KAL (A) MIŞ (TIK) ÇOCUKTUK-FENERBAHÇE Çocukluktan gençliğe, yılları hezeyansı bir coşkuyla kovalarken, Şimdilerde yıllar kovalar oldu sırayla; gençlik sonrasında çok manidar bir şekilde… Kimi seçilmiş hayatların akrep ve yelkovanı, gece karanlığına odaklanmış; Sanki kimi çocukluklar; O köstekli bozuk saat… O ilk öpüşte, o sıcak
Oğuz Atay
“Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” (Günlük) Oğuz Atay, 25 Nisan 1970 tarihinde günlüğüne bu cümleleri not düşmüştü. Hayatı boyunca anlaşılmayı beklemiş bir insanın çaresizliği içinde sitem etmişti insanlara ama hiç anlaşılamamıştı ve
Reklam
Yaz' a dair
Çocukken yaşadığımız yaz bir farklı yazdı sanki.. Ağustos o zamanlar da yaz mevsimiydi de verdiği neşe yok şimdilerde böyle konuşunca içimdeki yaş almış ben ortaya çıksa da su götürmez bir gerçek var ki çocukluk yılları; çaydanlıkta kaynamasını beklediğin bir su yahut saati izkerken ileri gitmesini beklediğin akrep gibi üstünde durunca bitmeyen, geçmeyen cinsten. Çocukken zaman daha yavaştı sanki... Hani meşhur bir beyit var: "Şeb-i Yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir. Mübtelâyı gâma sor kim geceler kaç saat" En uzun geceyi değil belki lakin yaz ayları kaç ay, kaç gün bir de çocukluğa sormak lazım. Bana şimdi soracak olursanız sıcaktan kurtulup kendini sonbahar rüzgarlarına emanet etmelik bir mevsim halini aldı yaz..
Logoterapinin Babası Viktor Frankl’ın Yaşam Öyküsü : Birçok kişi Viktor Frankl’ı nasıl adlandıracağını bilmiyor: bir kahraman mı, bir mücadele adamı mı yoksa büyük bir düşünür mü? Aslında o bütün bu tanımlardan her birini hak ediyordu. Kahramandı çünkü bir insanın yaşayabileceği en büyük güçlüklerden birini aşmayı başardı. Bir mücadele adamıydı
Hayat işte...
"Çocukluk, farkında değildik hiçbir şeyin, duygularımız berrak, düşüncelerimiz tertemiz. Hayatımızın en uzun ama en güzel yılları. Gençlik aklımızın beş karış havada olduğu, hayallerle yatıp kalktığımız yıllar. Kimimiz o okumanın hayalinde, kimimiz topçu olmanın, kimimiz başka ne hayaller, hayaller... Ama bir çelmeyle yerle bir olduk. Kim attı o çelmeyi, bozkır mı, taşra mı? Yokluk mu, hayat mı? Dizimiz değil, hayallerimiz kanadı önce. Yaralarımızı aşkın sıcaklığıyla sarmaya çalıştık yirmili yaşlarda. Evet yara almıştı hayallerimiz ama yine de ruhumuzu öldürmeyecek kadar umutlarımız vardı. Sonra çocuklarımızın üstüne inşa ettik hayallerimizi, kendi yapamadıklarımızı onlar yapsın istedik. Ama oralarda da tosladık tozlu paslı duvarlara. Belki aceleci davrandık, belki de kendi hayal kırıklıklarımızın kurbanı ettik onları. Ama şunu iyice öğrendik, hayat katman katmanmış... Çocukluk kaplumbağa hızında, gençlik rahvan bir at kıvamında, sonrası yavaş yavaş hızlanan bir kısrak gibi dört nala geçip gidermiş. Biz yavaşladıkça zaman hızlanırmış sanki. Geriye de olamamışlıklarımız kalırmış... Bu hayatta ne öğrendin deseniz bana, insanı öldüren şeyin ne olduğunu öğrendim. Rutin mi öldürür insanı, her gün aynı şeyleri yapmak, her gün aynı şeyleri yaşamak mı? Bence değil. Burada insanı bir tek şey öldürür . Amaçsızlık, gayesizlik, hiçlik... Ben bu dünyaya bir şey için geldim demek istiyor insan, benim de dünyada varlık amacım buymuş demek istiyor, bir şeyle gurur duymak istiyor..." Gönül Dağı
216 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.