Sonra anlıyorsun işte; yananla yakanın, üzenle üzülenin aslında aynı kişi olduğunu. Kendinin canını aslında yine kendinin yaktığını. Farkına varıyorsun ama o zaman da bir değeri kalmıyor artık farkına varmanın. Giden gitmiş ama giden hep senden gitmiş, eksilen hep sen olmuşsun. Hayat biraz da burda başlıyor aslında sana bir şeyler kazandırmaya, kaybederken kazanıyorsun. Kulağa tuhaf geliyor belki ama bazen kazandıkların kaybettiklerinden, bazen de kaybettiklerin kazandıklarından fazla olabiliyor ama hepsinin sonunda kendinle baş başa kalıyorsun. Diniyor o fırtına bir süre sonra, dağılıyor üzerindeki kara bulutlar, yağmur diniyor, etrafı toprak kokusu sarıyor ve karşında rengarenk bir gökkuşağı. İşte o an anlıyorsun her kötü gidişatın ardında bir güzellik doğduğunu ve toprak kokusunun güzelliğiyle, gökkuşağının görsel şöleniyle baş başa kalıyorsun. Hayat da öyle; yaşadığın onca acıdan, çektiğin onca çileden, hayatını alt üst eden onca insandan bir süre sonra toprak kokusunu almanın ve gökkuşağını görmenin umuduyla yaşıyorsun. Kabuk tutan yaraları sürekli kanatarak, bizi üzen insanları ısrarla hayatımızda tutarak, kaybetmemek için kaybedilmeyi göze alarak, sevmek uğruna sevilmeyi feda ederek bizler; ne o fırtınadan, ne de o kaostan kurtulabileceğiz. Bu uğurda ne toprak kokusuna ne de gökkuşağına kavuşabileceğiz. Umudumuz baki ama ya aklımızla, yüreğimiz arasında kalırsak bir gün? Yüreği yüreğinize denk insanlara çıksın yolunuz, yoksa gerisi ziyan. Vesselâm… 🥀