Nazan Bekiroğlu üslubunu "Nar Ağacı" ile sevmiştim. Lâkin Mücellâ'nın, Nar Ağacı'nın gerisinde kalmış, pasif ve meraksız ilerleyen bir kitap olduğunu söylemeliyim. Romanda yer yer Nar Ağacı'ndaki bazı unsurlara da rastlıyoruz.
Meselâ; harbe gidip kendisinden haber alınamayan, şehit olduğu yıllar sonra öğrenilen İsmail'in hikâyesinden bahsediliyor.
Benzer unsurlara rastlamakta, romanın yine aynı şekilde Trabzon'da yaşanan olayları içermesinin büyük payı var tabii.
Mücellâ'daki karakterler hepimizin hayatından âşinâ olduğu kadınlar, genç kızlar ve çocuklar... Karakterlerin kendi hayatınızda tanıdığınız birilerini çağrıştırması o kadar samimi geliyor ki, okurken hayatınızda bir geçmişe, bir âna yolculuk ediyorsunuz.
Kelimeler ile çizdiği tabloların renk cümbüşünde kayboluyorsunuz yine.
Cumhuriyetin ilk yılları, dünya savaşları ve kıtlıklar, çok partili rejime geçiş, 27 mayıslar, 12 martlar...
Nohut kahvesiyle aşınan yıllar. Değişen dünya, değişen Türkiye, değişen yaşamlar ve bu süreçte bu değişimlerin birçoğundan bihaber olsa da değişen Mücellâ'nın öyküsü.
Kendi sözleriyle: kendisi için değil başkaları için yaşanmış, yapayalnız tükenmiş bir hayatın öyküsü. Sıradan bir yaşamın sıradışı bir anlatımı.
Elinize sağlık Nazan Hocam...