...halkla yaptığı konuşmalarda sürekli olarak başka savaşların da verileceğini müjdelemişti; insanlar onu dinliyor, kendisine güveniyorlardı; hazır olmadan savaşa atılmasını istemiyorlardı ondan; ama manevi kredisi tükenmeyecek diye bir şey de yoktu. Hele başkaları İsrail'e karşı gerçekten silah kuşanırsa. 1 Ocak 1965'ten başlayarak gerçekleşen şey de bu oldu. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün operasyonları birbirini izliyor, bildirileri basına yansıyordu.
Bununla birlikte, kimi çevrelerden Nâsır için söylenen alaycı sözler yükselmeye başlamıştı. Ta 1956'dan beri, İsrail'e karşı verilecek bir savaşa hazırlanmamış mıydı daha? Sovyetlerden yeterince silah almamış mıydı? Uçakları, tankları, hatta denizaltıları yok muydu? On yılda ortak düşmana tek el ateş etmemiş olması ne tuhaftı!
Reklam
Mısır devlet başkanı, 1 Ocak 1965'te, o zamana dek tanınmayan bir Filistin örgütünün ilk askeri operasyonunu haber veren bildiri karşısında, bu eylemin yalnızca İsrail'e ya da Ürdün'e karşı değil, aynı zamanda kendisine karşı da yürütüldüğünü hemen anlamıştı. O ana dek, Filistinliler, bütün Arap halkları içinde, reisi en büyük coşkuyla destekleyen halktı. Yahudi devletinin kurulmasıyla evlerini terk etmek zorunda kalmışlardı, Arapların kazanacağı bir zaferle geri dönme hayalleri kuruyorlardı; bu bekleyiş içindev, aralarından bir çoğu mülteci kamplarında yaşıyordu. Bütün umutlarını Nâsır'a bağlamışlardı... Ama aralarından bazıları sabırsızlanmaya başlamıştı. Savaşlarının başka önceliklere kurban esildiğini, süreklibertelendiğini görmekten bıkmışlardı. Nâsır İsrail'le savaşa girmekte acele etmediğini açıkça belli ediyordu. Onun öncelikle Arap birliğini hayata geçirmesi, öncelikle sosyalist ekonomiyi sağlamlaştırması, gerici rejimleri yıkması vb. gerekiyordu. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün kurucuları Filistinlilerin savaşlarını kendikerinin, kendi ajandalarına göre yürütmeleri gerektiğini düşünüyorlardı; ilk bildiri Arap liderlere karşı, özellikle de onlar arasında en çok öne çıkana, Nâsır'a karşı bir bağımsızlık - ve aynı zamanda güvensizlik - ilanı anlamını taşıyordu.
Benim gözümde, İslam alemini etkileyen başıboşluk, insanların kargaşaya sürüklenmesini isteyen "ilahi bir emir" den çok, siyasetle din arasına sınır çekebilecek, "papalığa benzer" bir kurumun yokluğundan kaynaklanıyor.
Sayfa 159 - Yapı Kredi Yayınları 14. Baskı, Eylül 2013- Çeviri: Orçun TürkayKitabı okudu
Dinleri gizil anlamda yok edilemez kılan şey, yandaşlarına kimlik bağlamında demir atacakları bir liman sağlamalarıdır. Tarihin çeşitli evrelerinde, daha yeni, daha "modern" dayanışmalar -sınıf,ulus- daha baskın çıkmış gibi göründü. Ama şimdiye dek, son sözü hep din söyledi. Onun kamusal alandan çıkarılıp yalnızca tapınç sınırları içerisinde tutulabileceği düşünüldü. Ne var ki dini belli sınırlar içinde tutmak, ona egemen olmak çok güçtü, kökünü kazımaksa olanaksız. Onu tarihin müzesine kaldırmak isteyenler birden kendilerini oraya vakitsiz biçimde sürülmüş buldular. Dinse müreffeh ve fatihti, hatta genellikle daha geniş alanlara yayılıyordu. Dünyanın her yerinde ve özellikle İslam ülkelerinde.
Sayfa 151 - Yapı Kredi Yayınları 14. Baskı, Eylül 2013- Çeviri: Orçun TürkayKitabı okudu
Kısa bir süre önce geride bıraktığımız yüzyıldan alınacak önemli bir ders şuydu: İdeolojiler gelip geçici, dinlerse kalıcıdır. Bununla birlikte, asıl kalıcı olan şey inançlardan ziyade aidiyetlerdir; ama inançlar aidiyet kaidesinin üstünde yeniden yapılanır.
Sayfa 150 - Yapı Kredi Yayınları 14. Baskı, Eylül 2013- Çeviri: Orçun TürkayKitabı okudu
Reklam
Marx dini "halkın afyonu" olarak tanımladığında, bunu alay etmek için ya da onun izinden gidenlerin sıklıkla yaptıkları gibi küçümsemek için söylememişti. Belki de tümcesinin tamamını anımsatmakta yarar vardır, şöyle diyordu: "Dinsel üzüntü hem gerçek üzüntünün dışavurumu, hem de bu üzüntüye karşı çıkıştır. Din ezilen insanın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir dünyanın ruhudur. Din halkın afyonudur." Onun bakış açısına göre, insanların gerçek bir mutluluk yaratmaya kendilerini adayabilmeleri için, bu "aldatıcı mutluluğu" ortadan kaldırmak gerekiyordu; şimdi bakıldığında, bundan şu sonuç çıkarılabilir: Vaat edilen mutluluğun daha da aldatıcı çıkmasının üstüne, halklar kendilerini avutan "afyon"larına döndüler.
Sayfa 146 - Yapı Kredi Yayınları 14. Baskı, Eylül 2013- Çeviri: Orçun TürkayKitabı okudu
Başlangıç olarak, bütün bir halkı yoksulluğa sürükleyen, diktatörün purolarına dokunmadan yüz binlerce çocuğun hayatına mal olan bir ambargo; ardından, kamuoyuna ve uluslararası kurumlara aldırmadan sahte bahanelerle kararlaştırılan ve petrol kaynaklarına el koymayı kısmen de olsa hedefleyen bir istila.
Şam da, tıpkı Bağdat gibi, İslam aleminin tarihi başkentlerinden biridir; Bağdat Abbasi halifesinin başkentiyken, Şam da Emevi halifesininkidir. Her iki kent de Kahire'yle kardeş olmak istiyordu, ama onun uşağı olmayı kabul edemezlerdi.
Müslümanlık, kimilerine göre, Batı'nın salık verdiği evrensel değerleri benimseyemez; kimilerine göre de, Batı her şeyden önce evrensel egemenlik isteğine göre hareket edecek ve Müslümanlar da ellerinde kalan kısıtlı olanaklarla buna direnmeye çalışacak.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.