Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çok mu geç kaldık? Yahya Kemal'in dediği gibi, dönülmez akşamların ufkunda mıyız bilemiyorum?
Sayfa 53 - Dünya Aktüel YayınlarıKitabı okudu
Nimet Cemil, 1 914'te Kadınlar Dünyası'na yazdığı "Meclis-i Mebusan'ın Nazar-ı Dikkatine Çocuklarımızı Hırpalamayalım" adlı makalede zaptiyeye sığınan beslemelerin durumunu şöyle anlatmıştır; "Hele besleme kızlar zalim kadınların ellerine düşdükleri zaman cidden tahammülfersa bir felakete düçar oluyorlar. Çünkü biçareleri vikaye edecek hiçbir kanun yok, iltica edecekleri bir müessese mevcud değil! Şiddetle darb edildikleri veya zülme düçar oldukları zaman polis merkezine kaçabileseler bile polis onları tutub tekrar bulundukları haneye getirmekden başka bir şey yapmıyor."
Reklam
Aries'e göre ortaçağda erken yaşlardan itibaren değişik sınıflardan ve yaşlardan yetişkinlerin dünyasına giren çocuklar onlarla birlikte sosyalleşen "mutlu" varlıklardı. Ancak erken modern dünyada "çocukluğun keşfi," onların özgürlüklerinin kısıtlanması ve katı bir disiplin altına sokulmaları sonucunu doğurmuştu.
Osmanlılar için çocukluktan erişkinliğe geçiş cinsel, fiziksel ve zihinsel olgunluk kriterlerinden geçmeyi gerektirmekteydi. Ancak sınırlar hem teorik hem de pratik olarak berrak değildi. Çocukların cinsel, fiziksel ve zihinsel gelişimlerinin her birinin yetişkinliğe geçişte farklı bir karşılığı mevcuttu. Mesela, on yaşında cinsel ilişkiye girebilecek olgunluğa erişen bir kız, bir evliliği fiili olarak gerçekleştirebilir kabul edilmekteydi. Fakat aynı kız bâliğa kabul edilmiyor dolayısıyla kendi adına kararlar almıyordu.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname'de çocuk terbiyesinin eş seçimiyle başladığını savunmuştur.
ilk feministlerden Ümmühan:)
13 Mayıs 1696'da Afyon Mahkemesi'nde Ümmühan adındaki köylü bir kız, "Ben on beş yaşındayım, 'baliğa' ve 'akile' olmam hasebiyle kendi adıma karar alabilecek hakka sahibim" diye haykıracaktır. Ümmühan belki de ilk kez kendi adına konuşup karar alıyor, çocukluğunun bir yükünden kurtulmaya çalışıyordu. Sahip olduğu yeni hukuki statüsünün kendisine verdiği hakların farkında olan ve artık çocuk olmadığını ifade eden Ümmühan, çocukluğunda nişanlandırıldığı Yazıcızade Mustafa ile evlenmek istemediğini söylemişti. Çocukluğun başkalarına bağımlı dünyasını geride bırakıp kendi adına hareket etme ve karar alma hakkını elde etmiş bir genç kızın özgüveniyle konuşuyor tercihlerini dile getirmekten çekinmiyordu. " Ben kendimi Allah'ın emri ve Peygamber'in şeriat-ı mutahharası üzerine üç kumaş kaftan, bir altın küpe, bir sim kuşak, bir entari, bir çift sim bilezik ve bir pabuçtan ... oluşan mehr-i muaccel ve bin dirhem mehr-i mueccel ile Ahmed'e evlendiriyorum" diyecektir.
Reklam
neden sütanne?
19. yüzyılda "sterilize edilmiş süt ve biberonların kullanılmaya başlandığı tarihlere kadar anne sütünün hemen hemen tek alternatifi başka bir kadının yani sütannenin sütüydü. Müslüman hekimler, sterilizasyon sorununun farkındaydı. Diğer taraftan hem İslam hem de Batı dünyasında çocukların emdikleri süt yoluyla, süt ve kan arasında kurulan ilişkiden dolayı, sütannelerinin karakterini, zekâsını, güzelliğini aldıklarına inanılmaktaydı. Hayvan sütüne karşı büyük bir önyargı mevcuttu. Koyun, keçi, eşek, inek gibi hayvanların sütüyle beslenen çocukların "aptal" olacakları düşünülmekteydi." Buna, insan sütünün çocuklar için daha besleyici olduğu kanaati eklenince hayvan sütü önerilmiyordu.
" (...) Ahmet Hamdi Tanpınar, Sümbül Efendi'den bahsederken, der ki: «Sümbül Sinan, İkinci Bayezit'in mağrur veziri Koca Mustafa Paşa'nın camisini zaptetmiştir; Gümüş şamdanları, tâlik levhaları, şal ve avizeleri arasında, etrafındaki ağaçlardan ve ezan seslerinden kendisini ancak bıçak sırtı kadar ayıran türbesinden taşan rahmet bütün semti dolduruyor». Tanpınar, sonra, anlaşılır bir ürkeklikle, sanki gücü yetmeyecek, sanki nefesi kesilecekmiş gibi hemen ilave eder: «Fakat ben ondan bahsetmeyeceğim. Yahya Kemal'in Kocamustafapaşa'sıyle bu semt büyük şairin malı oldu. Bu anka lokmasını sahibine bırakalım: Âhiret öyle yakın seyredilen manzarada O kadar komşu ki dünyaya duvar yok arada Geçer insan bir adım atsa birinden birine Kavuşur karşıda kaybettiği sevdiklerine. Evet, büyük şair doğru söylüyor: «Bu sükûn ve rahmaniyeti yattığı yerden idare eden büyük ölüyü» anlatan şu söyleyiş ise Sümbül Sinan'ı anlatmaya çalışan her ifadeden daha ifadeli değil midir? «Gece geç vakte kadar Bir mücevher gibi Sümbül Sinan'ın ruhu yanar». "
Sayfa 287 - Atlas Yayınları
Bütün Osmanlı tarihi boyunca muallimlerin, neredeyse bir takıntı derecesinde, hal ve hareketlerine özen göstermeleri gerektiği dillendirilmiştir.
Sayfa 122Kitabı okudu
41 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.