Veda hutbesinde Efendimiz (ص) insanlara hitap etti, devesinin üzerinde iken halka söylediği şu sözleri güçlü ve gür sesiyle Rebia b. Ümeyye b. Halef de tekrar etti: "Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onların namuslarını ve
Nikâh esnâsında bir sahâbî hanımın, mihr olarak kocasının kendisine Kur’ân’dan bildiği kısımları öğretmesini yeterli görmesi, onların îman heyecanını gösteren ne muhteşem bir fazîlet tablosudur.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün kabristana uğramış ve:
"Selâm size ey mü'minler diyârının sâkinleri! İnşâallah bir gün biz de sizin yanınıza geleceğiz. Kardeşlerimizi görmeyi ne kadar da çok isterdim!" buyurmuştu.
Hazret-i Ömer (r.a), gece teheccüd namazı için kalktığında şöyle dua ederdi:
“Yâ Rabbî, bulunduğum yeri görüyorsun, ihtiyâcımı biliyorsun! Allah’ım beni huzûrundan ihtiyâcı görülmüş, her türlü korku ve tehlikelerden kurtulmuş, Sen’in emirlerine derhal icâbet eden, duası kabul edilen, hatalarını affettiğin ve kendisine rahmet ettiğin bir kulun olarak döndür!”
Namazını bitirince de:
“Allah’ım, dünya üzerinde bâkî kalan bir şey göremiyorum, orada müstakîm (dosdoğru) bir hâl de yok. Allah’ım beni dünyada ilimle konuşan, hikmetle susan kullarından eyle! Allah’ım, bana fazla dünyalık verme ki azmayayım, zor durumda da bırakma ki (ibâdet ve vazîfelerimi) unutmayayım. Şüphesiz az olup da kifâyet miktarı olan mal, çok olup da (ibadet, zikir ve mes’uliyetlerden) gâfil bırakan maldan daha hayırlıdır.”
Asr-ı Saâdet’i meydana getiren Kur’ân-ı Kerîm, bugün de hâlâ tâzeliğini, tesirini ve geçerliliğini devâm ettirmektedir. Kur’ân’a sarılan toplumlar her zaman için âbâd olmakta, onu ihmâl ve terk edenler ise perişan olup gitmektedir. Nitekim Kur’ân’ın adâlet ve hürriyet prensiplerini inceleyen La Fayette (v. 1834), Peygamber Efendimiz’i kastederek:
“Ey şanlı Arap! Sen ne kadar takdîr edilsen azdır! Zîrâ Sen, adâletin tâ kendisini bulmuşsun!” diye hayranlığını dile getirmiştir. (Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IX, 289)
İslâm'dan önceki katı yürekli Ömer, İslâm'dan sonra rakik kalpli Hazret-i Ömer oldu. “Fırat'ın kenarında bir kuzu zâyî olsa, bu sebeple Allâh'ın beni hesâba çekmesinden korkarım.” diyebilecek kadar ulvî bir tefekkür ve tahassüs derinliğine ulaştı.