Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çok geniş zannettiğimiz dünyalarımız, aslında bir kabir kadar dardı. Elimizde sadece şu hazır zaman vardı. Geçmiş geçmiş, gelecek de henüz gelmemişti. Bizim için gelip gelmeyeceği belirsizdi. Ne var ki, hayal ve vehim aynalarıyla, o kabir kadar dar dünyamızı genişletir, hakikati hayale karıştırır, madum bir dünyayı mevcud, ölümlü hayatları ölümsüz zannederdik. Hakikatça dar olan dünyamız gaflet, vehim ve hayal ile çok genişlerdi. O yüzden ölümü, elemi, kabrı ve kıyameti, mahşeri, âhireti, cenneti ve cehennemi hemen yanıbaşımızda hissetmezdik. Muvakkaten ibtal-i his nev'inden, aklımızı uyutur, duygularımızı uyuştururduk. Fakat, o dar dünyada bir musibetin tahrikiyle kımıldansak; bir kazaya, bir hastalığa, bir zelzeleye maruz kalsak, başımızı çok uzak zannettiğimiz duvarlara çarpardık. Baştaki hayal o zaman uçar, uykular da kaçardı. O vakit görürdük; o geniş zannettiğimiz dünya, o ebedî ve daimî zannettiğimiz gençlik; kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesizdir. Zaman ve ömür, şimşekten daha çabuk geçer; hayat, çaydan daha sür'atli akar.
Filan titri, feşmekan ünvanı, falan takdiri almak için harcanan onca yılın ardından ellerde kalan kıdem tazminatı, tekaüt maaşı, bir de ölüm korkusuydu.
Reklam
Filistin'de insanlar var; bunu herkes bilsin istiyorum. Filistin'den ölüm haberleri değil, hayat haberleri duymak istiyorum. Ve biliyorum ki, Filistin artık asla Filistin değildir. Filistinli çocukları yaşatamadığımız sürece insanlık ölecektir. Filistinli çocuklar huzur içinde gülemediği sürece, insanlığın da yüzü gülemeyecektir...
Atâlet ademin (yokluğun) kardeşidir; atâlet ve tembellik yoluyla bir şeye ulaşıldığı vâki değildir.
Hal
Griydim. Sütbeyaz ile kuzgunî siyah arasında, grinin tüm tonları dünyama giriyordu. Gün geliyor, an oluyor, iman dünyamı nurlandırıyor; ışıtıyor ve ısıtıyordu. Gün geliyor, an oluyor, dünyevilikler dünyamı karartıyor; kavuruyor ve yakıyordu. Hayatımda, mü'minâne bir halin ne denli büyük bir nimet olduğunu; herşeyi nasıl da birer 'nimet' ve hediye kıldığını; herşeyden nasıl da O'na giden bir yol açtığını anladığım anlar vardı. Bir martı gibi hür, melekût diyarının tatlı nesimiyle havalandığım, semalarda gezindiğim zamanlar vardı. Ama tersi de vardı. Dünyevî bir korkuya, endişeye, öfkeye kapıldığım; nefsanî sevmekler uğruna alçaldığım, olabildiğince alçaldığım anlarım da vardı. ... Herşeyi ve herkesi bir yere yerleştirmeye alışmış aklım, kendimi nereye koyacaktı?
Ve iyiden iyiye, yaşadığımız zamanlardan ürküyorum.
Reklam
"Vukua gelen haller suale tâbidir" diyordu Bediüzzaman. Sunulan her nimete karşılık bizden şunlar sual olunacaktı: Nasıl bu nimete eriştin? Ne ile müstehak oldun? Şükründe bulundun mu? Bütün asiliğimize ve serkeşliğimize rağmen, bunca nimete garkolmuş halde yaşıyorduk. Ölçüleri dört başı mamur bir şekilde anlayıp saptırmadan yaşayabilsek, 'Allah'a ve Resûlüne hicret' edebilsek, herşey ve her an ayrı bir nimet sofrası olacaktı üstelik. Ama önce, geçmiş, vücuda gelmiş, vukua gelmiş nimetlerin şükrü lâzımdı. Bugüne kadarki isyanımız ve şükürsüzlüğümüz, israfımız ve kanaatsizliğimiz, hırsımız ve hırsızlığımız için özür dilememiz gerekiyordu. 'Mazide şükrünü eda etmediğimiz nimetlerin şükrünü kaza etmek icap ediyordu.
Kibir!
İblis 'yaratma' fiilini kabul etmekte, kendisinin ve insanın yaratıldığı'nı ifade etmekte, dolayısıyla 'Yaratıcı'yı tanımaktadır. Allah'ın varlığını bilmektedir. Üstelik O'nu kendi Yaratıcısı olarak bilmektedir. Âdem'i yaratanın da O olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca, kendisinin ateşten, Âdem'in çamurdan yaratıldığı da doğrudur. F!akat, her biri doğru ve hakikat olan bu sözler, 'kibirlenip kâfir olan' birinin sözleridir. Allah'ın varlığını tasdik ettiği ve O'nu gerek kendisinin, gerek başka herşeyin Hâlıkı olarak kabul ettiği halde, İblis 'şeytan' ve 'kâfir' olmuştur.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.