Tasavvufun insan modelinde birey, çok katmanlı bir varlıktır. İnsan benlik dönüşümünü inkâr ettiğinde ve kendisini geliştirmek yerine nefsine odaklandığında çeşitli psikolojik problemlerle baş başa kalır ve potansiyellerini yerine getirmediğinde suçluluk hisseder.
Yarım erkekler ve yarım kadınlar ortasında, çocuklar iki parçaydılar. Aile evden gidiyorsa, çocuklar elden gidiyordu. Ailenin çöküşü nisbetinde boşanmalar arttıkça, çocuklar celâl-cemal dengesinin uzağına düşüyor, hayat vadisinde tek kanadıyla uçmaya mahkum halde yetişiyordu.
Erkek ve kadın, tek başına kaldığında, iki yarım insan gibiydiler. O
Kahveci ellerini açtı.
Naci de beraber:
- Her şeyden evvel bize dua nasib et, bizi duadan kesme Allah'ım!.. Duadan ve gözyaşından...
Aldığı derin nefesten kahvecinin göğsü kabardı.
—Âmin, âmin!..
Naci bir ân ellerini indirdi:
İsrail oğullarından biri Allah'a hitap etmiş: "Ne günahlar işledim, ne sapıklıklar yaptım, beni cezalandırmadın!" Allah onu peygamberine vahyetmiş: "Git de, ona de ki, ben kendisine en büyük cezayı verdim, ama farkında değil; ondan duayı ve gözyaşını kestim!"...
- Allah, Allah...
Naci yine ellerini kaldırdı:
— Seni unuttuğumuz zamanlardan, andığımızı sanıp da kelimelerin kabuğunda kaldığımız demlerden, af dileklerimizdeki mürâiliklerden, nefslerimize biçtiğimiz sonu gel- mez mühletlerden, suratımızı, evimizi, malımızı, varlığımızı kendimizin bilmek vehminden ve daha nelerden, nelerden ötürü bizi affet!
— Allah kelâmındaki hikmetlerin en büyüklerinden biri "Her şey Allah'ın vechinde, yüzünde, heläkte" âyeti... Fakat bunu sözle ve cümlelerle, sözün ve cümlenin dış yüzünden anlamak ne mümkün!.. Bu yakıcı idrak sade Allahın nadir kullarına nasip... Yalnız bu âyet, Kur'ân'ın Allah kelâmı ve Resûlünün hak olduğunu isbata yeter.
Yine ellerini kaldırdı:
- Allahım, vücudumuza ve nefsimize güvenmek, kendimizi vücut sahibi bilmek suçundan bizi affet!..
Gerçeği tekte bulmak yerine çokta aramak ve iyiyi tekeffül edememeksizin ancak kötüye mâni olmak ve keyfiyetin hakkını kemmiyete çaldırmak kombinezonu...
Ruh ve zıt kutbu nefs... Biri ak, öbürü kara iki erimiş maden gibi kalb potasına dökülüyor ve orada bir karışım billûrlaştırarak kalbin hakikatini daire içine alıyor.
İnsan... Yüzünü bile tam görebilmekten âciz mahlûk... Öyle ya; aynada sağ sola ve sol da sağa geçtiğine göre gördüğü tam kendisi mi? Ancak birbirimizi görebiliyor yahut gördüğümüzü sanıyoruz. Bir eksiğin daha büyük eksiği de aynada tecelli ediyor. Aynada, yahut bütün mücellâ satıhlarda... Demek kendimizden bile gizlenmişiz...
Kur'ân'ı mânasını bilmeden okuyanların haline dil uzatanlar ne ahmaktır. Kur'ân'daki dış mâna, kelimesi kelimesine bilinse bile onu bilememenin, bilmek mümkün olmadığının bilinci içinde okumak ve dinlemek lazım... Anlayıp ne olacak sanki?.. Anlamış olmak tesellisi içinde anlamak da kaybolup gidecek... Ne mutlu hiçbir şey anlamadan Kur'ânı bazı delâlet pırıltılariyle su gibi tas tas başından dökenlere..