Nâzım Hikmet’in adının geçtiği her şeyin yasak olduğu bir dönemde, Ankara’nın Doğanbey Mahallesi’nde enteresan bir olay yaşanıyor. 1952 yılının sıcak bir Ağustos gecesi, polise başvuran bir vatandaş, tablacıdan aldığı fındığın içine konan kâğıdın daktiloyla yazılmış olduğunu gördüğünü, kesekâğıdını açıp baktığında Nâzım Hikmet’in Bulgaristan’da
“O kış bir iki kitap hazırlamaya çalıştım. Mağara ve Işık adlı eserimi teşkil eden yazıları, Hz. Yusuf'un Düşü ve Dağ Çağrısı adlı yazıları yazdım. Bahar gelince Gül Muştusu adlı uzun şiirime başladım. Bütün bahar, o yazılar ve o şiirle uğraşmakla geçti. Bir yerde yazmadığım ve dergi de çıkmadığı için, ciddi bir gelirim yoktu. Hızırla Kırk
1944-1947 TÜRKÇÜLÜK DAVALARI: BAŞLICA KARABASAN OLAYLARI*
Necmettin Sefercioğlu
Karabasanlar döneminin olayları; Türkçü Hüseyin Nihal Atsız ile komünist Sabahattin Ali (Alı) arasındaki bir "hakâret davası”nın Ankara'da görüldüğü 3 Mayıs 1944 günü yapılan gençlik yürüyüşü ile başladı. O gün, duruşma salonu uygun büyüklükte olmadığı
Şimdi sokaklarımızda gezinen halk, o fütursuz, lafını Karagöz gibi esirgemeyen halk değil.Şimdi sokaklarımızdaki bu halk, Hacıvatların yetiştirdiği halk...
Köşeyazarları yorumcular basın medya uzaktan söz söyleyen insanlardır. Bilimadamları uzak söz söyleyenlerin tuzağına düşmemek için topluma tarihe olup bitene daha yakından bakarlar.O toprağın edebiyatçısı şairi o toprağın içinde büyümüş insanlar ise daha değerlidir.Çünkü onlar yakından da değil derinden bakarlar çünkü o derinlik içinde o hayat içinde büyümüşlerdir