Ada, Tepe ve Dutlar bölümünden oluşan zor bir kitap. Manastırdaki keşişlerin imparatorun geçmişten gelen tapınma şeklini değiştirmek için baskı yapması üzerine yaşadıkları olaylar ve iç dünyalarına doğru yaptıkları sorgulamalar... Ada ve Tepe birbirine bağlı gibi gözükürken, Dutlar sanki bağımsız bir hikayeymiş gibi dursa da aslında yazarın kitabın özünde yatan baskı rejimini ifade etmesi anlamında üç hikayede işin özü anlamında bütünlük sağlıyor. İlk iki hikaye ülkemizi düşündüğümüz zaman tamamen yabancı karakterler ve farklı bir din üzerine kurulması da düşündürücü. Sait Faik ödülü almış tüm kitapları okumadım ama herhalde anlaşılması en zor olanı budur... Yazarın farklı bir anlatım tarzı var ki, bir şiirimsi anlatı içinde kayboluyorsun. Lakin ben bütünüyle anlaşılmasının kolay olmasını tercih ederdim. Ödül verenler elbette bir sürü sebepler bulmuşlardır ki, ödülü vermişler... Bu tür kitaplardan sonra hep şunu düşünürüm... Yazar gerçekten ne düşünerek yazdı... Çünkü yazar kitabı yazıyor ve bu dünyadan göçüp gidiyor ve o kitap üzerine bir sürü tezler yazıyorlar, hatta kitaptan daha kalın tezler... Acaba bu tezlerde iddia edilen şeyleri yazar düşünerek, planlayarak gerçekten kitabını dokudu mu? Ya da içinden geldiği gibi yazdı da birileri de akademik inceleme yapacağım diye kitabın her yerini delik deşik ederek anlamlar mı çıkardı... Lakin birde benim gibi sıradan okuyucuları da düşünmek gerekmez mi...
Kaos'a ancak Tanrı düzen getirmişti. Ama sıfırın üstüne insanlar biri, ikiyi çıkabiliyorlardı. Bu orman sıfırdı şimdi. Biri, ikiyi, üçü çıkmak, sıfırdan hareket ederek...
"Andronikos için tek yol kalıyordu. Kaçmak. Gitmek. Kendini de, başkalarını da aldatmayacağı, aldatmak zorunda kalmayacağı bir yere kaçmak, bir yere gitmek. "