Bir çiftliğin terasından önümde uzanan uçsuz bucaksız üzüm bağlarına bakıp hayal kurarak geçti çocukluğumun bir kısmı. Sonbaharın ortalarında yetişen o kehribar renkli üzüm salkımları kadar hiçbir şey burkmazdı yüreğimi, bir de çiftliğe sığınan insanlar.
Odalar dolusu insan olurdu çiftliğin her köşesinde. Her dilden, dinden, ırktan insanlar... Bir geceyarısı yolu düşenler, şehirde kalacak yeri olmayanlar, yolda kalanlar, Tanrı misafirleri, konuşmaya ihtiyacı olanlar, dertlerinin arasında boğulanlar, akıl arayanlar, çare için gelenler, adalet isteyenler, kaçıp sığınan aşıklar, hava değişikliği için gelenler, küsenler, küsenlerin gönlünü almaya gelenler, yüksek sesle konuşarak yalanlarıyla yücelmek isteyenler, ağız dolusu gülmek isteyenler ama hep hüzünle gülümseyenler, şehrin ışıklarından göremedikleri yıldızları izlemek isteyenler... Kahkahalar yükselirdi gökyüzüne, ertesi gün ağıtlar yakılırdı, sonraki gün işe güce dalardı herkes. Hiçbir şeye gereğinden fazla anlam yüklenilmezdi. Ne mutluluğa, ne acıya, ne hayatın yükümlülüklerine . Hiçbir şeye... . Kin tutmazlardı. Ne hata yapılırsa yapılsın kin tutmazlardı. Affetmenin büyüklüğünü (!) gösterirdi her seferinde ezilen taraf. Ezen her seferinde daha da yüzsüzleşirdi. Yine de olduğu gibi devam ederlerdi.Hayret ederdim çocuk aklımla,hayret...
Artık odalar boş, devredildi her şey. O insanların hepsi dağıldı başka başka yerlere. Sadece hasat zamanı bir araya geliyorlar. Yaşamın hasadında buluşuyorlar bir tek....