Bin Muhteşem Güneş adını Pers şairi Saib-i Tebrizi'nin bir şiirinden almış, savaş, açlık, anarşi ve zulümden kaçan milyonlarca Afganlının gerçek hikayesini Meryem ve Leyla üzerinden kurgulayan adı gibi muhteşem bir eser.
Khaled Hosseını'nin dünyayı kasıp kavuran Uçurtma avcısı ve Ve Dağlar Yankılandı'sından sonra okuduğum üçüncü romanıydı.
En az Uçurtma Avcısı kadar başarılı olduğunu söylersem haksızlık etmemiş olurum kanaatindeyim.
Afganistan'ın bu sıkıntılı sürecinden 30 yıllık bir kesiti öylesine gerçek ve bu gerçeği öylesine soluksuz anlatmış ki romanın arka kapağını kapattığınızda sanki hikayenin içinden çıkıp gelmiş gibi üzerinizde ki tozu kiri temizleme dürtüsü hissediyorsunuz.
Kaç defa kendimi Buda mı olur?yok artık! derken yakaladığımı, kaç defa yumruklarımı sıkıp,dişlerimin gıcırtısı ile irkildiğimi hatırlamıyorum.
Ama sonuç olarak Meryem, Leyla, Raşit, Celil milyonlarca insanın şahsı manevisiydi ve bu hikayeler fazla yada eksiği ile yakın geçmişte yaşandı.Bizim bir televizyon ekranında bir kaç dakikalık haber bültenine sığdırılmış haliyle vah vah deyip geçtiğimiz bu hikayeler milyonlarca insanın hayatında tamiri telafisi imkansız hasarlar bıraktı.
Bugün yapmamız gereken en azından bunları da düşünerek onların anısını acısını yad etmek.