Demin bana yüzümün porsumuş, tazeliğini yitirmiş olduğunu söyledin. Doğru; ben yıpranmış bir elbise gibiyim; nedeni de ne iklim, ne de iş yorgunluğu. On iki yıldır içimdeki ateş, yakacak hiçbir şey bulamayınca kapalı kaldı, kendi zindanını yaktı ve söndü. On iki yıl geçti, sevgili Andrey; artık bu uykudan uyanmak isteğini bile duymaz oldum.
Oblomovka halkı bu hayattan bezmiyordu; çünkü başka türlü bir hayat düşünemezlerdi. Düşünseler bile ürpererek başlarını çevirirlerdi. Başka bir hayatı ne isteyebilirler, ne de sevebilirlerdi. Yaşayışlarını herhangi bir rastlantı değiştirecek olsa keyifleri kaçardı.
Durup dinlenmeden çalışırlar, konuşurlar; çalışmadılar mı yemek yiyemezler. Herkesin önünde eğilir, alçalırlar... Ya ben? Bir düşün de söyle bakalım, ben onlar gibi miyim?
…hülyası ona o kadar canlı, o kadar renkli, o kadar şiirli geldi ki, yüzünü yastığa çevirdi. İçinde ansızın aşka, sakin bir mutluluğa, doğduğu yerin kırlarına, tepelerine, evine, karısına, kendi çocuklarına karşı derin ve belirsiz bir özlem duydu...
İlk gerçek öfkeyi tanıyor. Dışa vurulamayan o, insanı içten içe kırbaçlayan, insana kendini aştıran ve durmadan kendini zora koşturan… Eline geçen bu ilk fırsatı ne olursa olsun iyi değerlendirmeli. Kendisinin de bir “kişi”olduğu akıllara yer etmeli.