Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ayşe

Saygı, sömürünün yokluğunun kanıtıdır.
Reklam
Bize çiçekleri sevdiğini söyleyen bir kadının, çiçekleri su­lamayı unuttuğunu görürsek, onun çiçek sevgisine inanmayız. Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz etken ilgidir. Bu etken ilginin bulunmadığı yerde sevgi de yoktur.
Özellikle sevgiyi ele alırsak, anlamı; sevgi, sevgi üre­ten bir güçtür. Güçsüzlük, sevgi üretememektir. Bu düşünce Marks tarafından çok güzel açıklanmıştır: “İnsanı insan olarak düşünün ve onun dünya ile ilişkileri de insanca olsun, o zaman sevgiyi sadece sevgiyle, güveni güvenle vs değiştirebilirsiniz. Eğer sanattan tad alırıak istiyorsanız, sanatkârca eğitilmiş olmanız gerekir, eğer başka insanları etkilemek istiyorsanız, onlar üzerinde gerçekten uyarıcı ve geliştirici etki ya­pan bir kişi olmalısınız, insanlarla ve doğayla olan her ilişkiniz, sizin iradenizin nesnesi olan, gerçek bireysel yaşamınızın en net yansıması olmalıdır. Eğer sevginiz sevgi doğurmuyorsa bu, sevginizin, sevgi üretmediği anlamım taşır. Eğer seven kişi olarak yaşamınızı ortaya koyuyor ama sevilen bir kişi olamı­yorsanız, sevginiz güçsüzdür. Şanssızlıktır.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sevmek bir eylemdir edilgen bir duygu değil. Bir şeyin içinde olmaktır, bir şeye kapılmak değil. En genel biçimiyle sevmenin etken yapısı, sevmenin al­mak değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımla­nabilir.
Kapitalist toplumda eşitliğin anlamı değiştirilmiş­tir. Eşitlikle kastedilen, bireyselliğini yitirmiş insan­ların, otomatların eşitliğidir. Bugün eşitlik birlikten çok ayrılık anlamına gelmektedir. Bu soyutlamala­rın aynılığı, aynı işte çalışan, aynı biçimde eğlenip ay­nı gazeteyi okuyan, düşünceleri, duyguları ayın olan insanların aynılığıdır. Buna göre, kadın eşitliğinde ol­duğu gibi, genellikle ilerlememizin işareti olarak övü­len, bazı başarılara kuşkuyla bakmak gerekiyor.
Reklam
Birçok kişi, topluma ayak uydurma gereksinmele­rinin bile farkına varmamaktadır. Bunlar, kendi özgür düşüncelerini ve eğilimlerini gerçekleştirdikleri, birey­ci oldukları ve düşüncelerine kendi başlarına düşü­nerek ulaştıkları --ve çoğunluğun düşünceleriyle ken­di düşüncelerinin aynı olmasının tamamen bir rastlantı olduğu— düşüyle yaşarlar.
İnsan ancak aklını kullanarak, bir daha elde edememek üzere yitirdiği insanlık öncesi uyumun ye­rine, yeni, insanca bir uyum koyarak ilerleyebilir.
Aşk gibi sonsuz umutlar ve beklentilerle başla­yan ve hiç şaşmadan yıkılan bîr başka faaliyet ya da yatırım bulmak çok güçtür.
Bugün artık kutsallaştırdığı uzvî yapının sakat sinirleriyle kıv­ranan nesli tedavi için, tam hastalığın bulunduğu yerden işe başla­mak lâzım geliyor. Uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlâka ve nihayet dine yükselmemiz lâzımdır. Böyle adım adım yürüyüş, hasta, hem de şaşkın bir nesli Allah'a götüren yolda yeniden canlandırabilir. Bu iş bir maarif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maarifinin yükselmesinde aramak lâzımdır.
Kendi hareketlerimizle dün­yaya gelmiyoruz, lâkin kendi hareketlerimizle ölüyoruz. Dünyaya gelişimiz bizi mesul ve mahkûm ediyor.
Reklam
Şüphe yok ki ümitsizlik, imansızlığa götürür. Kendine güvensizlik, kuvvete teslim eder. İradenin gevşemesi kaderci yapar. Böyle çeşitli zaafların ve gençliğin ruh kuv­ vetlerini karşılayan engellerin gittikçe çoğalması, ne pahasına olursa olsun muvaffakiyete söz vermiş olanlarda zarurî olarak yol de­ğiştirmeler doğurdu.
Batı’dan gelen, bu insanlığın ilkel haline dönüş merakı, bedenin isteklerine teslim oluşta samimiyetini arayan gençliğin kolaylıkla benimseyeceği davranıştı. Kaidelerle yaşamanın sıkıntı ve ıztıraplarından bunalan gençlik, bu kaideleri yaşayanların, artık samimi bir ideal peşinde olmadıklarını, bu yaşayışın onlarda ruh kuvvetini artırmadığını gö­rünce; kendisine ağır yük olan bütün kaideleri varlığından fırlata­rak attı. İlâhî kaideleri yaşatanların yakın geçmişteki samimiyetsiz­likleri, bu yeni nesilde onlara karşı kin ile küçümseyiş duygularının doğmasına sebep oldu.
Parça parça bilme heve­si, evrensel ve İlâhî hakikat aşkının yerini tutamazdı.
Millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin, kendine özel olan mektebi vardır. Millî mektep, zihniyet ve örflerde, metodları ve müfredatile, terbiye prensipleri ve psikolojik te­ mellerde, hattâ binasının yapı tarziyle kendini başka milletlerinkinden ayırır. Bizde vaktiyle medrese millî mektepti. Lâkin milletin ruhu ve İçtimaî inkişafını takip edememiş ve cihanın fi­ kir ve irfan hayatiyle bağlarını çoktan koparmış olduğundan, olduğu yerde enkaz halinde yıkıl­ dı, çöktü. Öbür taraftan, Batı’da tekâmül eden insan düşüncesinin seyrini biz kendi âlemimiz­ de devam ettiremediğimizden, açılan yeni mek­ tep, hakikat aşkının mâbedi olmadı. Parça par­ ça bilme hevesi, evrensel ve İlâhî hakikat aşkı­ nın yerini tutamazdı. Hakk’a götüren yol diye kendini hakikata adamak, gerçek mektebin yo­ ludur. Hakikat aşkına sahip insanlar, cemiyetin içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet için­ de en yüksek ve muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatin ihtirası cemaat içerisinde bir umumî cereyan, büyük bir hareket haline gelmedikçe, millî mektep gerçekten var olmayacaktır.
“Elektriğin ne olduğunu düşünmeye ve bilmeye lüzum yoktur; gaye onu bir ampul içinde zapt ve istismar etmektir!” hükmü, şüphesiz ki büyük fikir çapında bir ucuzculuğun nasıl sistemleşmek yoluna girdiğini belirtir.
419 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.