“Bireye vurulunca orantısız dağılan bir hayat, içinde her şeyinle inanmak, belki keşkeyle son bulacağını bir kez bile düşünmeden güvenmek, uzun veya kısa veyahut bir anlık kocaman gülümsemek, kalbinin adını tekrarlayıp durduğu birine aldanmak, onun sayesinde tüm bildiğin ve doğru kabul ettiğin şeyleri düzellettiğin biri tarafından aldatılmak, kendi sevgini kendinden esirgerken onun sevgisini dilendiğini göz ardı edercesine kendini aldatmak, deliler gibi sevmek, acında kahrolmak, doyasıya nefret etmek, hayata ve onun getirdiği her şeye küsmek, yeniden fakat tek farkla her şeyinle acıyı hissetmek ve en nihayetinde hissettiğin her şey gibi bunun da geçici-onarıcı-affedici-kabullenici taraflarına tutunarak, hayata değil, ana tutunarak sürdüregeldiğin silip süpürdüğünü düşündüğün bu hayat kısmen şuna benzese de; tüm pencereleri kapalı salonunun durduğu yerde nasıl tozlandığını gördükçe süpürmenin bitmeyeceğini ve asla durmayacağını asıl durursa bir şeye tutunmanın imkansızlacağı farkındalığıyla ona tekrar gözlerini dikip baktığında ben senden büyüğüm, ben senden önemliyim, benim taşıdıklarım senden gelmedi zaten bendeydi sana benden geldiler onları söke söke senden geri alıyorum. Hissettiklerim söktüklerimdi, söktüklerimse seni anlamlı kılanlardı. Doğrudan ya da dolaylı hiç fark etmez seni anlamlandıran benim. Tam da bu sebeple “haddini bil!” demeye cüret ettiğinde ne kadar büyüdüğüne kendini bile şaşırtıyorsan, seni hiç kimse, hiçbir şey süpüremeyecek.”
~ ben’den ~ 26.09.2022 ~ 05:24 ~