Önce sesin gelir aklıma
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm
Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli
Sonra cumartesi günleri gelir
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
Bir yağmur yağsa da,
beraber ıslansak.
Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin.
Yorulmuşundur,
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,
ne gül suyum, ne gümüş leğenim var.
Susamışındır,
buzlu şerbetim yok ki, ikram edeyim.
Acıkmışındır,
sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
memleket gibi esir ve yoksuldur odam.
Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin!
Ayağını bastın odama
kırk yıllık beton çayır çimen şimdi.
Güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde.
Ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler;
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin.
Senden ayrı geçen bu günleri cehennemde imişim gibi geçiriyorum. Evde resimlerine bakarak uyumaya çalışıyor fakat uyuyamıyorum. Sana kavuşmadan sükûnet bulamayacağım.
Güneşin gözleri kamaştırması, güneşe bakılamamasıyla ilgili bir halk inanışı şöyledir: “Güneş çok güzel bir kızmış. Bütün gözler ona çevrildiği için bir türlü yeryüzüne çıkmak, insanlara görünmek istemezmiş. Erkekler ona baktıkça utanırmış. Annesi bakmış ki bu iş yürümeyecek, düşünmüş taşınmış. Güneşe birçok iğne vermiş. Dünyaya çıktığında kim senin yüzüne bakarsa bu iğneleri onun yüzüne batır, demiş. İşte insan güneşe bakınca gözlerinin kamaşması bundanmış.”
"Biliyor musun Fayolle...''
''Neyi yavrum?''
''Başka bir hayatta düğme olarak doğmak istiyorum.Ne düğmesi olursa.Külot düğmesi bile.İnsan olmaktan ve bir zavallı gibi acı çekmekten iyidir."