O zaman uyandıklarından bu yana ilk kez neden uyuduklarını değil neden uyandıklarını sordu kendi kendine her biri. Yedi kişi bunu görsünler ve rastladıkları her taşın üzerine çıkarak bunu anlatsınlar diye. Mi? Bazen soru o kadar büyük olur ki ekini ayrı bir cümle yapmaktan başka yolu yoktur. 
Hepsi gücünün zirvesindeyken devrilmişti, en dokunulmaz olduklarını sandıkları anda gitmişlerdi. Kendisini tarihin tamamı zannedenler tarihte bir nokta oluvermişlerdi sadece.
Demek doğruymuş bizim evlere değil evlerin bize sahip olduğu. İşte ev orada, ama onun evi değildi. Yazıcı köle Simonides de bu evden bu eşikten gelmiş geçmişti.
Dağılmış bir şeyi onun ancak eski halini bilen biri bir araya getirebilir. Yine de arıtabildik kelimelerimizi dehşetli hatıralarından. Yoksa Tanrı’dan yeni kelimeler yakarmamız gerekecekti.
En kalıcı mürekkeple yazdıklarım bile gün gelir silinir Hanımefendi Sabina. Öyleyse bütün bunları hatırlayan biri olmalı. Biz unutsak bile bizi unutmayan biri vardır.
Dedi ki “Kardeşim ben gidiyorum.”
Öbürü dedi ki “Yolun açık olsun kardeşim, beni unutma.”
“Hatırlarım,” dedi kandilci, “unutmam” demesi gerekirken. Hatırlamak, unutmamaktan daha vefalı bir kelimedir.