Böyle kaldı aklımda ölüm. Başka nasıl anlardım, bir yere koyardım içimde bilmiyorum; gözlerine baktığım, el sıkışıp sohbet ettiğim, kızıp sevdiğim birini bir başına, soğuk toprağın içinde bırakıp evime dönmeyi.
Fanshawe’a çok yakın olurdum, ona derin bir hayranlık beslerdim, onun gibi olmak için yanıp tutuşurdum – sonra birden, onun bana yabancı olduğunu anladığım bir an gelirdi, onun kendi içinde yaşama biçiminin benim yaşamak için ihtiyacım olan biçime asla uymayacağını anlardım. Ben hayattan çok şey bekliyordum, pek çok arzum vardı, böyle bir kayıtsızlığa düşmeyecek kadar yaşadığım anın içindeydim. Başarılı olmak, tutkularımın boş işaretleriyle –yüksek notlarla, takdir belgeleriyle, o hafta hangi konuda yarışıyorsak orada alınan ödüllerle– insanları etkilemek benim için önemliydi. Fanshawe bütün bunların uzağında duruyordu, köşesinde sessizce oturuyor, hiç ilgilenmiyordu. Başarılı olduğunda bunu kendine rağmen beceriyordu, hiçbir mücadele, çaba göstermeden, yaptığı işe katılmadan. Böyle bir tavır insanın cesaretini kırabilir, Fanshawe için iyi olanın benim için iyi olması gerekmediğini öğrenmem zaman aldı. Bir insanın bir başkasının duygularına nasıl girebileceğini ve kendisininkilerin artık önemi kalmamacasına o duyguları benimsediğini görmüştüm. İlk kez böyle gerçekten ahlaki bir harekete tanık oluyordum, bundan başka hiçbir şey üzerinde konuşmaya değmezdi.
12 öğeden 11 ile 12 arasındakiler gösteriliyor.