Bundan böyle kutsal filozofların ''saf, iradesiz, acısız, zamansız bilici'' mitine karşı gardımızı alalım. ''Saf akıl'', ''mutlak bilgi'', ''mutlak zeka'' gibi çelişkili nosyonların dokunaçlarına dikkat edelim. Bütün bu kavramlar hiçbir canlının tahayyül edemeyeceği bir göz, istikametsiz olmak ve aktif ve yorumlayıcı güçlerini -tam da görmeyi, bir şeyleri görmeyi olanaklı kılan güçleri- iptal etmek için gereken bir göz varsayımına dayanıyor. Her türlü görme esas itibariyle belli bir açıdandır, her türlü bilgi de.
Friedrich Nietzche
Ahlakın Soykütüğü Üstüne
Para konusunda hep uyanık olmuş olan Pablo Picasso, alışverişlerinin karşılığını arkalarına resimler çiziktirdiği kişisel çeklerle ödüyordu. Böylece çekler Picasso'nun imzasına ek olarak katmerli bir sahicilik göstergesi daha taşıyordu: Çek karşılıklıdır ve arkasındaki karalama bir Picasso resmidir. Tabii böyle olunca çekler nadiren bozduruluyordu: Picasso imzalı karalama (çekin kendisi değil) takas aracı olarak hizmet veriyor ve Picasso da bunu çok iyi görüyordu.
Geçmiş bizi inşa ettikçe biz de dönüp geçmişi yeniden inşa ediyoruz; ilgi, anlayış, yatırım, arzu ve algılanan ihtiyaçlarımız çerçevesinde geçmişi ha bire yeniden yazıyoruz.
Kanada'da, Pasifık kıyısındaki yerliler, kulakları delinmemiş bir kadına "kulaksız", dudak takısı olmayana da "ağızsız" derler. Aynı fikri, ama daha olumlu bir biçimde ifade eden yüzlerce Brezilya yerlisi bulunmaktadır: Onlara göre, alt dudaklarına usulünce yerleştirdikleri daire şeklindeki tahta parçası, sözlerine otorite katmaktadır; kulak memelerine gömdükleri halkalar, başkalarının sözlerini anlamalarına ve özümsemelerine yardım etmektedir.
Batılı filozoflar, özne mefhumu bakımından farklı bir tavrı olduğu için Uzakdoğu düşüncesi ile kendi düşünceleri arasında karşıtlık kurarlar. Batı için temel bir apaçıklık olan benliği, bunun yanılsamalı olduğunu göstermeye önem veren Hinduizm, Taoculuk ve Budizm yadsır. Onlar için her varlık, kaçınılmaz biçimde çözülüp dağılmaya yazgılıdır; basit bir görünüş olan "benlik" kalıcı unsurdan yoksun, biyolojik ve ruhsal olguların eğreti bir düzenlemesinden ibarettir. Fakat daima özgün olan Japon düşüncesi, bizim felsefemiz kadar diğer Uzakdoğu felsefelerinden de ayrılır.
Uzakdoğu felsefelerinden farklı olarak, özneyi ortadan kaldırmaz. Bizim felsefemizden farkı ise şudur: Özneyi her tür felsefi düşünüşün, düşünce yoluyla dünyayı her tür yeniden inşa girişiminin mecburi çıkış noktası haline getirmeyi reddeder. Japonca gibi kişi zamiri kullanmaktan tiksinen bir dile, Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım"ı kesinlikle tercüme edilemez...
Japon düşüncesi özneyi bizim gibi bir neden haline getirmek yerine, onu daha ziyade bir sonuç olarak görür.