O kadar mutsuz ve asık bir yüze sahibim ki bazen yüzümün yorulduğunu hissediyorum. Sonra kendime kızıyorum, acaba bu mutsuzluğun sebebi ben miyim? Ruhumu ve bu sert duruşu mutsuzluk ile acı ile ben mi besliyorum.
Acaba acıyı, mutsuzluğu ben mi yarattım yoksa bir virüs gibi o mu beni yavaş yavaş ele geçirdi?
Acaba mutlu olsam (ki nasıl yapacağımı bilmiyorum) bana yakışır mı?
Tam da yazarın dediği gibi bir hayat : MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZEMEM AMA ACININ HEYKELİNİ BİLE DİKERİM.
Bir radyo programı yapmalıyım bence... Şöyle saat 23 sularında. Şehirdeki intihar vakalarını arttıracak kadar başarılı ve hüzünlü. Kusmalıyım ne kalmışsa içimde acı adına, nefret adına... Polisler kapıma dayanmalı ve hatta beni ülkeden kovmayı düşünmeli devlet büyükleri...
Kimse bu kadar çok acıyı kendine, şehrine yakıştıramadığı için sürgün etmeliler beni ve zehirli şarkılarımı...
Bir gece bir Suriyeli olmalıyım yurdundan çok uzakta, geçmiş yıllarda bırakılmış sevinçleri. Bir gün bir boyacı çocuk, sınıfa girince boyası çıkmayan küçücük ellerinden utanan. Sonraki gün ailesinin zorla evlendirdiği, ağzı içki kokan pis bir ayyaşın, korku dolu gözleri yaşlı karısı... Belki becerebilirsem Iraklı, Filistinli, Ukraynalı küçücük bir çocuk...
Yaşamalıyım tüm acıları kalbim kömürleşene kadar ve hatta o kadar ileri gitmeliyim ki insanlığa yaşayacak bir acı kalmamalı.
İnsanlar mahkemelere vermeli beni, acılarını tükettiğim için, acıları bencilce kimseyle paylaşmadığım için...