Seni seven bir kalp bulursun
Ama o kalbi avuçlarının içine koyamazsın
İnsan böyledir işte hep sevilmek ister
Sevgiyi buluncada o olmadığını fark eder.
Yada ondan kaçar
Engeler vardı belki de o engellere takılır
Ama sevmek ve sevilmek insanlara bahşedilen en güzel şey değil midir
Sevgi olmayınca hayat ne yarar
Nefes alıp vermenin bir anlamı kalır mı ?
Yürüyor güzellikle, sanki gecesi
Bulutsuz iklimlerin ve yıldızlı göklerin,
Karanlığın ve aydınlığın en güzeli
Buluşur onun duruşunda ve gözlerinde.
Seninle uyuyup seninle uyanıyorum,
Ama yine de yoksun sen;
Kollarımı senin düşüncelerinle doldurdum,
Ve boşluğa sarıldım.
İzin verme hisseden yüreğinin,
Beni hasta hissetmesine;
Kader belki yanında olur senin,
Derken korkuların döner gerçeğe.
“Göz insanın aynasıdır. Bayramoğlunun gözlerinin çok derinlerinde bir şeylere özlemi, yitirilmiş cenneti görür gibi olmuştu. Belki de yanılmıştı. Ama onun gözleri insanı pek öyle de yanıltacağa benzemi yordu. Bir insan ölmeden, kendisini, her şeyiyle böyle nasıl öldürebilirdi, bunu Murtaza Ağa hiçbir zaman anlayamaya caktı.”
“Bu dünya zulüm dünyası oldukça, böylece de kaldıkça milletin gözü eşkıyalığa bulaşmış, haksızlıklara, zulme dayanamadıklarına inandıklan kişilerin üstünde olur her zaman. Şu beş evlik köyde bile koca sından dayak yiyen kadın, anasından gözü korkmuş çocuk, candarmadan korkan delikanlı hep gelirler, hiç konuşmadan benim gözümün içine bakarlar. Bu köyde bile dayanamadım, belki on kere tüfeği alıp dağa çıkmaya davrandım, günlerce kendi kendimle cebelleştikten sonra şeytana lanet edip oturdum yerime.”
"Legend'ın sanatkarlarının asla gerçekten ölmediğini duydum. Bu söylentilerin doğru olup olmadığını görmek için belki de seni faytondan itip atmalıyım, ha?"
Tella, genç adamın tehdidinin ciddi olup olmadığını bilmiyordu ama "Önce ben seni atmazsam tabii," diye karşılık vermek öyle cazip gelmişti ki kendini tutamadı.
1960’lı yıllarda yazılmış, epik ve modern bir destansılığa sahip olan “Dune” evrenine giriş niteliği taşıyan bu yapıtın henüz ilk sayfalarında şu diyaloglar geçmektedir:
"Neden insanları bulmak için sınav yapıyorsunuz?" diye sordu.
"Sizi özgürleştirmek için."
"Özgürleştirmek mi?"
"Bir zamanlar, insanlar
Asıl bundan utansak yeridir.
Aynı evdeyiz de birbirimizi sevmiyoruz. Mahallemiz, köyümüz, kasabamız aynı da birbirimizi sevmiyoruz.
Belki de her işin başı insanoğlunu sevmiyoruz.
Dert buradan başlıyor. Toprağa, göğe, suya, ateşe, tuza, somuna gönül vermemişiz ki.
Türkülere, Ağıtlara teslim olmamışız ki.
Çirkim ve güzel diye tutturmuşuz.
İyi ve kötü diyoruz."
Fethi Gemuhluoğlu
Belki de ilk kez biri ne hissettiğimi soruyordu. Gerçekte merak etmediklerine emindim. Hiç düşünmeden;
"Bir değil birkaç hayatı bir arada yaşamış gibi" dedim.
Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. Belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri benim gibi kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarıda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burada gülerler. Böylesi az içer. Ya ben? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum? Belki yalnız baş ağrısından.