Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bu sohbetin öğrenilen bir şey olduğunu söylüyor eskiler. “Kız sofra düzmeyi anadan, oğlan sohbet etmeyi babadan öğrenir” demişler…
Bütünüyle cari eğlence, bütünüyle mevcut keyif arayışı, bütünüyle ölüm ciddiyetinden uzak bağımlılıklar ve alışkanlıklar, dünyanın ebedi olarak algılanmasından besleniyor. Küresel bir ergenlik çağındayız adeta.
Reklam
Piyasa nefste kökleşen bir teklif sunuyor. Dünyanın ebediymiş gibi algılanmasına hizmet eden bir üretim bandını habire döndürüyor. Çünkü dünyanın fani olduğu bir kere hatırlanırsa, bir kez bu temel insani gerçek ruhta yankısını bulursa, bütün üretimin hızının yavaşlayacağına ve bundan artık dönmeyeceğini dair bir kanaati en başta onlar taşıyor.
Üzerinde düşünmemiz gereken, birçoğumuz için haftanın yegane dini dersi olan hutbeden, bize bir haftalık zihni, kalbi manevi malzemenin çıkıp çıkmadığıdır. Ya da o haftanın hutbesinden dilimize yapışmış ve hafta boyunca bizi ara ara yoklayan bir cümlenin, bir tespitin, bir itirazın, bir sloganın bulunup bulunmadığıdır
Hutbeler çoğunlukla seslendirilmek üzere değil de sanki yayınlanmak üzere kaleme alınıyor. Yani hutbeler onları okumak üzere seçen yetkili gözleri, bu metinlerin kağıt üzerinde iyi durduklarına ikna etmek üzere yazılıyor sanki. Ama o çok kritik 15 dakika boyunca, sadece keyfi yerinde olan hevesli dinleyicinin değil, dükkanın kepengeni kahırla indirip gelmiş borçlu esnafın, 15 senenin sonunda işten çıkarılmış amcanın, evde huzuru bulamamış yeni evliliğinin, yani dertli adamın da dikkatini çekebilmek gerekiyor. Oysa onun zaten can çekişen dikkati, daha ilk cümlelerdeki süsün içinde eriyip sönebiliyor.
Maalesef
Bu hutbeler çoğu kez dinleyene geçmiyor, kana karışmıyor, zihinlere yapışmıyor.
Reklam
Yani Türkiye'de din hakkında konuşurken, içe kapanmak veya modernizme teslim olmak dışında seçenekleri çoğaltmak gerekiyor. Din, bir ideoloji olmadığı gibi, bir parti programından ibaret de değildir. Bu sebeple inhisarcı bir dil kullanmamalıdır. İnsanların Allah'la ilişkisinin imkanlarını tıkamamak, aksine açmak ama bunu yaparken de tavizkar, modernist, savunmacı olmaya da gerek duymamalıdır. Ve kestirmeden söylemem gerekirse, tasavvufi gelenek, bu imkanı içinde barındıran yegane seçenektir.
Bu yüzden verdiğimiz pozlar bizi görünür kılmaya değil, bazı ödünç poz kalıplarını mahkum ederek görünmez kılmaya yarıyor diye düşünmeden edemiyorum. Veya şöyle: poz verirken sen sen değilsin
Başka insana duyduğumuz hürmet bizim hürmete layık oluşumuzda temellenecek. Hürmet görebilmek için değil, hürmet görmesek bile cevherimizin hürmete layık olması bakımından hürmet gösteriyor olacağız. Hürmet göstermenin karşımızdakini yücelten bir şey olmak yerine bizi yüce kılan, bizim insan olmaya dair şuurumuzu keskinleştiren bir şey olduğunu anlayacağız.
Ama insanın kıymetini takdir edebilmek için de kişinin önce kendisindeki insanlık cevherini takdir edebilmesi gerekir. Yani insanın kendisine bir insan olarak biçtiği değer, başka insan teklerine yönelik alakasını ve hürmetini de belirler. Başkasındaki anlamı değerli bulabilmesi için öncelikle bu anlamın kendisindeki yankısını bulabilmiş ve onu tanıyabilmiş olmalı. Yani, "Asaf'ın mikdarını(değerini) bilmez Süleyman olmayan, bilmez insan kadrini alemde insan olmayan." (Ziya Paşa)
Reklam
İnsanın topraktan binasını yıkmak yanında kalbini yıkmak da bir cinayetten farksız. Çünkü aslında insanın insan sayılması için gereken anlam, iç dünyasında yaşanmış hayatın bir muhassalası.
Toprağın altı, hayatta ustalaşınca, hayat denilen şeyin de çoktan sonuna geldiğini fark eden kıdemlilerimizle dolu.
Hangi yaşlı, gençlik boyunca, sabah gün doğumundan gece yarılarına kadar inşa ettiği hayatının o herhangi bir gününü, yeni baştan ve bambaşka bir zevke mebni olarak yeniden kurmak istememiş tir ki?
Usta, sadece ortaya koyduğu eserler yoluyla usta olmuş kişi değildir anlamı da çıkıyor buradan. Usta belki aksine, kendi eserlerini yıkması ve reddetmesi gereken bir eşiği de, yine sadece kendisinin belirleyebildiği biri oluveriyor
176 syf.
10/10 puan verdi
İbrahim Tenekeci’den okuyup keşfettiğim bu isimle daha yakından münasebet kurmak için sanırım, hemen bu hüzünlü isme sahip kitabını edindim. Deneme türünde bir eser. Günlük hayata dair gözlemler, yaşanmışlıklar, naif bir pencereden bakmış sıradan olaylara ve çok kibar çekici bir üslupla anılarını paylaşmış. İftar çadırlarına dair yorumu, boş arsaları oyun alanı ilan eden çocuklara dair yazdıklarını huzurla okudum. Halep’e onun kadar üzüldüm. Kapısında davul zurna çalınan geleneksel düğünü, haremlik selamlık şatafatlı bol ilahili köşk düğününden daha İslami bulmasına hak verdim. Mezun olduğu “hayali lise” ye hayran kaldım. Rahman Suresi 60. ayeti mealini Kaşgarlı bir gençten “ Yahşılıkın karşılığı yine yahşılıktır” diye işitince Türkçe’ye hissettiği hayranlığı, fazlasıyla paylaştım. Yaşar Nuri Öztürk’e bir kez daha rahmet okudum. Her cuma, hutbelerin muhatabı 20 milyon erkeğin dünyasına dair tespitlerini ve elbette taleplerini yerinde ve haklı buldum. Son 20 yılın genç sanat ve edebiyat insanı keşfedemeyen, dergi-şiir-film-karikatür üretemeyen bir neslin kıskacına girmiş olması gerçeğiyle ben de yüzleştim. Haklılıklarla dolu şahane denemeler okudum. “Hız ve haz çağında yaşıyoruz. Ahmet Murat, biraz durmayı, nefes almayı ve etrafımızda bakmayı teklif ediyor. Ölçülü davranmayı öneriyor.” diye yazmıştı İbrahim bey.. İşte bu soluğa bu satırlardan sonra ulaştım.
Belki de Üzülmeliyiz
Belki de ÜzülmeliyizAhmet Murat · Profil Kitap · 20171,042 okunma
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.