“...o, tıpkı çağrıldığında gelmeyip çağrılmadığında gelen kadınlar ve kediler gibi tam önümde durdu ve bana hitaben:
– Ahbap, dedi Endülüs üslubuyla, zincirini verir misin, çelik kasamın anahtarlarını takacağım da.
– Bununla iğnemi tutturacağım, dedim ona.
– İğneni mi? diye haykırdı gülerek. Ah! İğnelere ihtiyaç duyduğuna göre beyimiz dantel işliyor olsa gerek!
Orada bulunan herkes gülmeye başladı. Bende kıpkırmızı kesildiğimi hissediyor, verecek bir cevap bulamıyordum.
– Hadi o zaman tatlım, dedi yine, bana bir mantilla için yedi arşın siyah dantel işleyiver, gönlümün iğnecisi!
Sonra ağzındaki akasya çiçeğini eline alıp başparmağının tek bir hareketiyle bana doğru fırlattı, tam iki gözümün ortasına. Beyefendi, alnımdan vuruşmuşa döndüm... Hangi deliğe saklanacağımı bilemiyordum, âdeta taş kesmiştim. Kadın fabrikaya girdiğinde, yerde ayaklarımın arasına düşmüş olan akasya çiçeğini gördüm. Hangi şeytan dürttü bilemiyorum, ama arkadaşlarıma fark ettirmeden çiçeği yerden alıp itinayla ceketimin içine sakladım. Bu ilk hatamdı!”