Bazı şeyler bir anda gelişmez muhakkak birikmiştir, diyerek kitapta beni en çok etkileyen bir bölüme değinmek istiyorum..
Feride, Kâmran’ın evlendiğini öğrendiği zaman, bütün gün boyunca gülüp eğlenip, sonunda eline diken batınca hüngür hüngür ağlıyordu..
“Aşk” ne kadar çelişkili bir kelime.. Kimine mutluluk, kimine ise acı veren.. Peki aşk, her şeyi göze alabilmek mi? Körü körüne bağlanmak mı..? Ya ihanet? Aşk, ihaneti bile affettirir mi?
İşte Feride’nin macerası tam da burada başlıyor. İhaneti kabullenemeyip sevdiği kişiden ve hatta sevdiği birçok şeyden kaçıp, çok uzaklara gitmek zorunda kalıyor. Türlü türlü sıkıntılar çekiyor, imtihanlardan geçiyor…
Mutlu sonlu olmasına rağmen, keşke sonu böyle olmasaydı dediğim bir eserdi. Çünkü; gerçek sevgide ihanete yer olmadığı gibi, bunu bile bile kabullenip, geri dönmek de olmamalıydı..
Kitabın başlarında gördüğüm güçlü bir karakter vardı, fakat sonlarına doğru yine gördüğüm, çekilen onca zorluğun boşuna olduğuydu. Merak ettiğim bir şey vardı; Kâmran, Feride’yi sırf iffetini koruduğu için nikahına aldı.. Peki Feride de, Kâmran gibi evlenip bir de çocuk sahibi olsaydı, yine de kabul eder miydi?
Her şeye rağmen keyif aldığım, bazen gülüp, bazen ağladığım, okunmaya değer bir eser.