youtu.be/6AAqLDZXiJY
Hava iyi olunca, Küllük denilen Eminefendi kahvesi toplantı yerimizdi. Şimdi Beyazıt meydanında oturulup bir çay içilebilecek tek yer olan caminin arkasındaki çınarlı kahveye kimseler rağbet etmezdi eskiden. Eminefendi
kahvesine yalnız öğrenciler değil; ressamlar, yazarlar, şairler de gelirdi. Ankara’da olmadıkları zaman, Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile orada buluşurduk. Orhan Veli’nin bacakları öyle ince ve öyle uzundu ki, alçak tahta iskemlesinin üstünde otururken, herkes gibi bacak bacak üstüne atmaz, bacaklarını birbirine dolardı. Abidin Dino’nunki kadar biçimli olan elini, delik deşik izlenimini veren yanağına koyar, bir türkü söylerdi ara sıra:
Cihan da bilir benim sana yandığım,
Yandığım aman.
Ellerim koynumda garip kaldığım,
Kaldığım aman.
Böylesine çatlak bir sesle bu kadar güzel türkü söyleyeni ömrümde duymadım.
(Mina Urgan- Bir Dinozorun Anıları)
Evvela adamım, yani
Sirk hayvanı falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Bir evde otururum,
Bir işte çalışırım.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
“Garip Şiirini Melih Cevdet, Oktay Rıfat ve Orhan Veli kurmuştur. Orhan Veli’nin daha önceki yazılarının toplamından oluşan Garip Önsözü 1941 senesinde yayımlanacağı zaman üçlü arasında bir tartışma gerçekleşir. Önsöz daha çok Orhan Veli’nin ısrarı üzerine yayımlanır. Diğer ikisi bir önsözle ortaya çıkmanın doğruluğundan şüphelidir çünkü -tıpkı Sürrealizm gibi- geleneksel olan ne varsa yıkmak için yola koyulan akımın, bir bildiri ortaya koyması bu defa kendilerinin yeni sınırlar çizmesi demektir. Bütün kuralları yıkacağız derken kendilerinin yeni kurallar inşa etmesidir. Anday’ın bir yazısında “Ben içinde bir şey ispat etmeye çalışan sanat yazılarını şüphe ile okuyorum.” demesi de bundandır.”