Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bartleby

Reklam
İyi, ahlakçıydı. Doğru, hesapçıydı. Oysa güzellik, sonsuz­du. Güzellik, bir sözde, bir yüzde, yağmur düşen bir duva­rın işlemesindeydi. Görüntüsü yokken bile insanın içinde­ ki hayalde ve bilinmez bir anlamdaydı. Kırları keşfetmekten yorulan insan, kentte kendi doğasını yaratmaya başladığın­dan beri, cama, çeliğe, elektriğe can verdi. Yaratmanın tadı­nı aldı. Aynalara bakıp, ben doğanın kaşifi değil kentin yara­tıcısıyım, dedi kendi kendine. İnsan ile doğa arasındaki iki­liği kaldırdı, ruh ile maddeyi birleştirdi. Bütün zamanları ve mekanları bir araya topladı. Kente baktığında, yalnızca geç­mişi değil geleceği de gördü. Sonra yoruldu hızlı koşmak­tan. Karamsarlaştı. Umutsuzluğa düştü. Güzellikteki çirkin­liğe, varlıktaki yokluğa kapıldı. Takatsız kaldı. Kentteki gü­zelliğin can çekiştiğini mi görüyordu? Öyleyse yeniden can vermeliydi o güzelliğe. Kentteki yaşamın değersizleştiğini mi hissediyordu? O yaşama yeniden değer katmalıydı. Tut­ku mu bitiyor, sırlar mı tükeniyordu? Kenti tutkuyla sarma­lı, hırpalamak yerine onu yeniden fethetmeliydi.
insan­ların anlamak yerine görmeyi seçtiklerini hissettiğim çağdı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Onu kur­taracak anahtarın bende olduğunu söylüyordu, ama ben ne yapacağımı bilmiyordum.
Reklam
Nasıl bir yanılgıydı bu? Aşk sözcüğünü diğer sözcükler­le aynı düzeyde kullanıyor, aşka ayrı bir ağırlık vermiyor­du. Vicdan azabıyla inliyordum. Ey eski ve uzun vicdan aza­bı! Mektubu yeniden okurken kendime soruyordum: Bun­ca acıdan sonra zamana hükmüm geçer miydi? Kör ve sağır kaderi yenebilir miydim? Düşkündüm. Yalnızdım. Uykum kabuslar yatağıydı . Ah yenik kalbim! Ah eski ve uzun vicdan azabı! Kim bu dehşete dayanabilirdi? Yaşamın zulmüne kim bu kadar göğüs gerebilirdi? Mahizer benden unutulma hak­kı istiyordu, oysa ben unutmama hakkına muhtaçtım.
Seni sevsem de, geçmişimiz bizim kaderi­ mizdir, geçmişimizden kurtulamayız, diyordu.
mektubu tutan avuçlarımın terlediğini hissettim. Zarfı açtım. Önü ve arkası inci gibi harflerle do­lu tek yapraklık mektubuna baktım. Aşk, diyordu, acı, ya­ra ve bellek diyordu. Bildiğim sözcükleri peş peşe sıralıyor, her sözcükte bir burgaç yaratıyordu. Pişmanlık, gözyaşı, öf­ke, ayrılık, gözyaşı, pişmanlık, unutmak, affetmek, kader, ölüm, yalnızlık, kader, pişmanlık, gözyaşı ve unutmak di­ye tekrar tekrar yazıyor, bir söylediğini birkaç satır sonra bir daha söylüyordu. Yakın ile uzağı, yaşam ile ölümü, kavuşma ile ayrılığı birbirinin yerine kullanıyordu. Başka zaman ve başka yerde bu sözcüklerin anlamını biliyordum, ama dediklerini anlamıyordum. Dili, ne annemin ne de ba­bamın diline benziyordu. Anlamlara anlamsızlık veriyordu. Telaşla havalanan kuş sürüsü gibi sözcükleri iç içe geçiriyordu. Her sözcüğün kanadını yanındaki sözcüğün kanadına çarparak kırıyordu. Geçmişte bizi biz yapan, geleceğe de ka­pı açan olasılığı yok ediyordu. Unutulmak istiyorum, diyor­du. Koca lstanbul'da kendimi bir odaya hapsedilmiş hissedi­yorum, diyordu. Seni sevsem de, geçmişimiz bizim kaderi­mizdir, geçmişimizden kurtulamayız, diyordu.
Reklam
Yüzünün güzelliğini onun yerine aklımda ben tutuyordum.
Ben erkektim, o kadındı. Ben tedirgindim, o sakindi. Ben çirkindim, o güzeldi. Ben kötüydüm, o iyiydi.
kalplerindeki ger­çekle yüz yüze gelmek dışında her şeye hazırdılar
Ben kendi acımla baş ederdim, o kendi acısına bakma­lıydı.
Sarhoş olmak ve senin kollarında uyumak istiyorum,
3.207 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.