Yazmadım seni daha,
Sevmeye ayırdım tüm zamanları.
Yazmaya bu yüzden vaktim olmadı.
Ben, düşünmeye başlayınca seni,
Ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok öncedir.
İnan ki dağlar, taşlar,
İnan ki bulutlar, yağmur ve kar,
Toprakla su ve gökyüzü, güneş, ay ve yıldızlar,
Onlar da benimle birlikte,
Ve onlar da benim kadar seni düşünürler...
Bunlardan birini yazacağını biliyorum demiştin,
Bunlardan birini bir hikayede okuyacağımı,
keşke memelerim biraz daha büyük olsaydı dedikten sonra,
Kahvaltıyı ne zaman yapacağımız hakkında bir fikrim yoktu,
Yaşamın geri kalanında ne yapacağım hakkında da,
Eski bir fotoğrafı açıp büyüttüğüm o anda,
Gözlerimin daha da bozulduğunu kabullenmiştim,
Sonra bir şeylerin daha farkındaydım,
Bir kitabın sayfasını daha az çevirdiğimin,
Daha az gülümsediğim ve özlediğimin falan,
Bütün bunların böyle mi olması gerektiğini daha sonra düşünebilirdik,
Şimdi kedilere mama vermemizin vaktiydi,
Çiçekleri sulamanın
Ve pencereyi açmanın
Ama bir şey daha demiştin
Keşke senin de sakalların daha yumuşak olsaydı,
Memelerinden bahsettikten hemen sonra,
Çünkü hepimiz bir şeyleri unutmamıştık,
Sen de estetik ameliyatlar olma yaşına girmiştin diğer kadınlarla,
Kaşlarım şöyle olsaydı böyle görünürdüm derken,
Benim bütün bunlarla ne yapacağımı hiç düşünmemiştin,
Hâlâ kendini ait hissetmediği ama kirasını düzenli olarak ödediği bir evin salonundaki köşe takımının üzerinde, otuz yaşını çoktan devirmiş, eski fotoğraflarda gülümseyen, içinden çıkamadığı çengel bulmacalara hangi harfle başlayacağını bilmeyen, buradan başka bir şehirde nasıl yaşayacağını öğrenemeyen, bir mektubu bir kalemle bitiremeyen, borsalardan ve Ortadoğu’dan anlamayan, dünyanın en az içki içen alkoliği olarak yaşlandın.
Hafta sonu olmasına rağmen erken uyandığını onu tanıyan herkes biliyordu artık, bu yüzden bütün arkadaşlarının uyuduğu saatte o kahvaltısını çoktan yapmış oluyordu. Saat 11 bile olmamışken çay yapmak için kullandığı sıcak suyu birkaç saat sonra kahve yapmak için yanına alıp evden çıkmıştı. Henüz telefonu çalmamış, tek bi mesaj bile gelmemişti.
Masanın üzerinde duran içi boş bira şişelerinden sıkılmıştı artık, içinde ara sıra yaşadığı bu evi temizledikleri günü ikisi de hatırlamıyordu. Temiz bardak lazım olunca yalnızca kullanacakları kadar eşyayı yıkayıp geri kalan kirli bulaşıkları ancak eve gelen kadınlardan biri yıkamaya karar verirse temiz buluyorlardı. Televizyonu uzun zamandır