Türk tarımının gelişmesine büyük önem veren ve önemi; "Tarımda yeni ve ileri teknikler uygulamak", "Tarımsal üretimde kalite ve verimliliği yükseltmek" ve "Tarımda üreteni koruyarak alın terinin karşılığını vermek" biçiminde ifade ederek üç temel ilkeye bağlayan Mustafa Kemal Atatürk, 16 Mart 1923 günü şöyle söylüyordu: "Büyük devletler şimdiye dek bize şu ya da bu sorunlarda gösterişli yardımlarda bulunuyor gibi görünüyorlar, oysa, ekonomik tutsaklıkla bizi felce uğratıyorlardı. Öteden beri bize bazı şeyleri vermiş gibi, bizim bazı haklarımızı tanımış gibi durum alırlar, gerçekte ise, ekonomide elimizi kolumuzu bağlarlardı. Bu tutsaklığa katlanan devlet ileri gelenleri hoşnuttu. Çünkü görünüşte gösterişli bir gelecek sağlamışlardı Fakat gelecekte ulusu manen yoksulluk çukuruna atmışlardı. Bunlar ekonomik mahkumiyeti kavrayamamış bedbaht hayvanlar idi."
Gelişmiş ülke çıkarlarıyla tekelci şirket çıkarları artık aynı anlama geliyor. Büyük şirketler, özellikle mali sermaye şirketleri, yalnızca ekonomiye değil, devlet örgütünün tümüne egemendirler. Rockefeller'ın 1950'lerde Eisenhower'e gönderdiği ünlü mektupta yazdıkları, durumu açık olarak ortaya koyuyor: "Standart Oil için iyi olan Birleşik Devletler için iyidir." General Motors'un Başkanı Charles E. Wilson da aynı şeyi başka cümlelerle ifade ediyor: "Şirketim için neyin iyi olduğunu biliyorum, dolayısıyla Birleşik Devletler için neyin iyi olduğunu biliyorum." Günümüz dünya siyaseti bu sözlerde ifadesini bulan anlayış üzeri kuruludur. Bu nedenle uluslararası anlaşmalar giderek devletler arası anlaşmalar olmaktan çıkarak eylemsel olarak, tekelci büyük şirketlerle azgelişmiş ülke devletleri arasındaki anlaşmalar haline geliyor Gelişmiş ya da azgelişmiş ülkelerin devlet yetkilileri artık, kariyerleri şirket çıkarlarını gözetmedeki "başarıya" bağlanmış olan basit görevliler haline gelmişlerdir.
Reklam
21. Yüzyıla girdiğimiz şu günlerde, seksen yıl aradan sonra Türkiye'de, Sevr'e temel oluşturan anlayışın hemen aynısıyla, uluslararası anlaşmalar ve bu anlaşmalara bağlı olan uygulamalar yapılmaktadır. Küreselleşme ideolojisinin bir gereği olarak yapıldığı açıklanan anlaşmalar, 1920 Sevr'iyle insana acı veren bir benzerlik içindedir. Kemalizm'in görkemli başarıları somut bir gerçeklik olarak ortada dururken, ülkeyi bir yarı sömürgeye dönüştüren anlaşmalara imza atanlar; Türk ulusuna karşı, tarih önünde, Damat Ferit ya da Vahdettin'in yüklendiğinden daha ağır bir sorumluluk altına girmektedirler. Çünkü Kemalizm'in kanıtlanmış başarıları önlerinde dururken bunu yapmaktadırlar, 1920 Sevr'i, devlet bütçesi ile ilgili olarak şunları söylüyordu: "Türkiye'nin devlet bütçesi İngiltere, Fransa ve İtalya'dan oluşan bir komisyon tarafından düzenlenecek, komisyona katılan Türk delegelerinin yalnızca danışma niteliği taşıyan kararlarda oy hakkı olacaktır, Türk Devleti komisyonun onaylamayacağı herhangi bir mali düzenlemede bulunamayacak, Gümrükler Genel Müdürü'nü komisyon atayacak ve görevinden alabilecektir. Komisyon, Türk Devleti'nin para politikalarını belirleyecek ve bu belirlemede Osmanlı Bankası ve Düyunu Umumiye İdaresi ile birlikte çalışacaktır
Avrupa Birliği Türkiye'yi hiçbir zaman tam üyeliğe almayacaktır. Çünkü; Gümrük Birliği üyeliği AB'ne üye olmak için verilen bir ödündür. Ekonomik gücüne ve yönetim sistemine güvenen Avrupa ülkeleri, ortaklıktan elde edecekleri yararları düşünerek gümrüklerini diğer ülkelere açmışlardır. Türkiye ortaklık haklarını elde etmeden pazarını Avrupa'ya açmıştır. AB, Gümrük Birliği ile Türkiye'den alacağını herhangi bir bedel ödemeden almıştır. Bu nedenle tam üyeliğe alınmasının gereği ortadan kalkmıştır.
Mustafa Kemal'in 1 Mart 1922 Meclis konuşmasını bugün herkes önüne koyup düşünmelidir. Atatürk'ün adını ağzından düşürmeyip, ülkeyi "Osmanlı'nın son günlerine götüren işbirlikçi siyasetçiler", "maaşa bağlanmış gönüllü ajanlar", "uluslararası şirketlerle bütünleşmiş 'yerli' holdingler", bol paralı "gerici örgütler", "kaçakçılar", "milliyetçilikle ilgisi olmayan milliyetçiler", "eğitilmiş bölücüler", devleti yıkmak isteyen "devlet görevlileri", medreseleşen üniversiteler, % 70'i borca giden bütçeler, artan yoksulluk, toplumsal çılgınlığa dönüşen sosyal yozlaşma, tarikatlaşan partiler, Gümrük Birliği'ni savunan "Atatürkçüler", liberal solcular, halktan ve gerçeklerden uzak dar kafalı "aydınlar", devlet kadrolarından uzak tutulan örgütsüz Kemalistler, öldürülen önderler; Mumcular, Üçoklar, Aksoylar, Kışlalılar... İşte ülkemizin karşı karşıya bulunduğu tehdit ve tehlikeler... Sanki Türkiye'de Mustafa Kemal yaşamadı, sanki Türk Devrimi olmadı. Ancak biliyoruz ki Mustafa Kemal yaşadı ve Türk Devrimi bir gerçek. 1939'dan beri verilen tüm ödünlere ve tüm karşı koyuş çabalarına karşın henüz yok edilememiş olan bir gerçek.
Türk Kurtuluş Savaşı; inancın güce, kararlılığın teknolojiye ve ulusal direncin emperyalizme üstün geleceğini gösteren somut bir gerçek, destansı bir direniştir. Kazanılmış olan ilk antiemperyalist savaştır.
Reklam
403 öğeden 391 ile 400 arasındakiler gösteriliyor.