İçimizdeki Ermeniler ve Rumlar, hatta bizim dinimizden olan Araplar bile kendi milliyetlerini ileri sürerek bizden ayrılmak istiyorlardı. Hepsinin dernekleri vardı. Halbuki biz Türklüğümüzü bilmiyor ve hâlâ başımıza musallat olan Osmanoğullarının ismini taşıyor, "Osmanlıyız" diyorduk. İşte böyle bir zamanda vatansever Türkler, "Biz Türküz; vatanımız Türkiye'dir. Türklüğe çalışalım" diyerek Türk ocakları açtılar. Dergiler çıkardılar. Evvelce aşağılanan Türk adını yükseltmeye, millete Türklüğü öğretmeye başladılar. Artık millet uyanmıştı. Türklerde milliyet fikri yükseliyordu.
Her ne kadar günümüzde geçmişe mazi deniyorsa da, tarih gerçek bir ibret aynası ve tam bir tecrübe tahtasıdır. Devlet adamları, yöneticiler ne kadar tarih bilirlerse, tarih kendi olumsuzluklarını o kadar az tekrarlar.
Osmanlı evlerini gayrimüslim evlerinden ayıran bir özellik var : Bir Batılı gezgin, bu özelliği şöyle açıklıyor:
"Türklerle Rumların karışık yaşadığı köylerde, bacasında leyleklerin yuva yaptığını gördüğünüz her ev bilin ki Türk evidir. Çünkü onlar leylekleri rahatsız etmenin günah olduğuna inandıkları için ateş yakmazlar."
Cumhuriyetin ilk yıllarında düşülen "Türkçülük hareketi"nin etkisiyle "Mimar Sinan Türk müdür, değil midir?" tartışması açıldı. "Türk kafatası" taşıyıp taşımadığını anlamak için mezarından kafatasını çıkardılar. Kumpasla ölçülmesi için Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesine gönderdiler.
Sonunda " bizden biri" olduğu anlaşıldı, ama maalesef kafatası tekrar mezarına konmadı.
O gün bugündür, Muhteşem Süleyman'ın muhteşem mimarı, Süleymaniye'deki türbesinde salt beden olarak ebediyeti uyuyor.