Davranışlarımızı açıklamak için öne sürdüğümüz sebepler asıl güdülerimizi pek de iyi yansıtmaz. Pascal’ın o güzel sözünü hatırlayalım: “Nedenini niçinini kalp bilir, bilmez akıl.”
Çoğumuz masada oturmuş şeker yememeye çalışan eğlenceli çocuk videoları görmüşüzdür – bazısı gizlice yalar, küçücük bir ısırık alır ya da baştan çıkmamak için başını başka tarafa çevirir. Güdü denetiminin en açık sınavı budur. Çocuklara o şekeri yemezlerse kendilerine ikinci bir şeker verileceği söylenmiştir. Bu “gecikmeli tatmin” primat akrabalarımızda da sınanmıştır. Mesela şebekler, bir muz dilimini yemezlerse daha büyüğünü alacaklarını biliyorlarsa o dilimi yemezler. Ya da bir şempanze içine 30 saniyede bir şeker düşen bir kabı sabırla seyreder. İstediği zaman kabın haznesini söküp içindeki bütün şekerleri yiyebilir ama o zaman başka şeker gelmez. Ne kadar uzun zaman beklerse o kadar çok şeker alacaktır. Maymunlar da bu testte çocuklarla hemen hemen aynı başarıyı gösterir ve tatmini 18 dakika kadar erteleyebilir. Etrafta kafalarını dağıtacak oyuncaklar varsa daha uzun süre beklerler. Çocuklar gibi baştan çıkmaya direnmek için kafa dağıtacak bir şey ararlar. Kendi arzularının farkında oldukları ve bunları bile isteye kısıtladıkları anlamına mı gelir bu? Eğer öyleyse özgür iradeye yaklaşıyoruz demektir!
Empati maalesef taraf tutar; Zürih Üniversitesi’nde başkalarının acısına verilen tepkileri ölçmek için yapılan deney de bunu göstermiştir. Bir grup erkeğe, kendi takımlarının ya da rakip takımın taraftarlarının, ellerine bağlanan elektrotlarla canlarının yakılması seyrettirilmiştir. İsviçrelilerin futbolu ciddiye aldığını söylemeye gerek yok. Sadece kendi kulüplerinin taraftarları onlarda empati uyandırmıştır. Hatta rakip takım taraftarının elektrik şokuna maruz kaldığını seyretmek, beynin haz bölümlerini harekete geçirmiştir.