Hiçbirimiz rastgele özelliklerle dünyaya gelmiyoruz, anne babalarımızdan "gen" denen bilgiler alıyoruz ve bu bilgiler vücudumuzdaki olayların işleyişini belirliyor. Böylece boy, kilo, göz ve ten rengi, zeka seviyesi, hastalıklara yatkınlık gibi birçok özelliğimizin temelleri daha biz doğmadan atılıyor. Elbette hayattaki uğraşlarımız ve
Tıp fakültesinden başarıyla mezun olmuş, geleceği parlak görülen yazar; kimsenin çalışmak istemeyeceği bir yere gönderiliyor. Nefes kesici bir soğuk, cahil bir halk, altyapı yetersizlikleri, yardım alacak başka doktor olmaması... Bir de bunlar yetmezmiş gibi kendisinden önceki doktor önüne gelene ilaç dayadığı için yazarımızın usulüne uygun tedavileri bilgisiz halk tarafından olumsuz karşılanıyor. Ama yılmak bilmeyen yazarımız tüm bu zorluklara direniyor, sorumluluk alıp kendisini geliştirip mücadele ediyor. Bu mücadelenin üstesinden sabrı, azmi ve cesareti sayesinde geliyor; bulunduğu bölgeye faydalı bir doktor olmayı başarıyor.
Yazar bakış açısıyla yazılmış bu kitapta, bir doktorun edinebileceği birçok tecrübeye tanık oluyor, doktorluğun ne kadar zor olduğunu anlıyoruz. Belki biraz kişisel olabilir ama ben bir tıp öğrencisi olarak bu kitabı okurken beni bekleyen meslek hayatının amfide anlatıldığı gibi olmayacağını anladım.
Tıbbi terimlerin fazla kullanılmadığı, anlaşılır ve akıcı bir kitap. Özellikle gelecekte sağlıkçı olacaklara tavsiye ederim.
Uyanmış olmasına rağmen yataktan kalkmadı. İnatla, yatağın içinde, birkaç dakika sonra çalacak olan alarmın ötmesini bekledi. Zira bu çirkin ses, günün başladığının resmi işaretiydi ve ötmeden önceki birkaç dakikanın huzurunu yaşamak istiyordu.
Çağdaş İtalyan yazarı Luigi Malerba'ya, Berlin'de “Neden yazıyorsunuz?” diye sordular, "Roma'ya tahammül edebilmek için” dedi.
Neden edebiyat? Yeryüzüne dayanabilmek için.
Ahlaki bir sistemin Allah inancı olmadan işlemesi pratikte elbette mümkündür (bu yüzden birçok ateist oldukça ahlaklıdır), fakat en önemli özelliklerinden birisi bağlayıcılık olan ve insanların şahsi çıkarlarından gerektiğinde fedakârlık yapmalarını gerektiren yasalardan oluşan ahlaki sistemlerin, Allah inancı olmadan rasyonel temeli olamaz. Burada “rasyonel temel” ile kastım; ahlaki eylemi gerçekleştirirken bu eylemi gerçekleştirmenin ve gerektiğinde şahsi çıkarından vazgeçmenin akılcı bir temeli olmasıdır.
Teist ontolojiye göre varlığın merkezinde her şeyi yaratan, her şeyi bilen Allah vardır ve insan da Allah sayesinde vardır; bu ontoloji Allah'a atıfla ahlakın temel kavramları olan "iyi-kötu’ye çıkarlar ve tutkular üstü değerler konumunda olması için rasyonel temeli rahatça sunabilir. Diğer yandan ateist ontolojiye göre her şey bilinçsiz, ahlak konusunda umursamaz olan maddenin doğa yasaları ve tesadüfler çerçevesindeki hareketlerinden oluşmuştur; bu ontolojiye göre bir şeye "iyi-kötü” gibi atıflarda bulunmak sadece biyolojimizin bize oynadığı bir oyundur, bizim biyolojik yapımızdan bağımsız "iyi-kötü” diye evrensel, herkes için geçerli bir kriterin rasyonel temeli yoktur.