Her muhit ancak ona uyulunca ve nüfuz edilince hem vazıhlaşır, hem derinleşir, bize sesini ve mahrem mûsikisini dinletir. Boğaziçi kendini duyan ruhları bu şiirini gece gündüz emsalsiz bir bereketle, bol bol döküyordu.
Boğaziçi deniz, yalı, renk, kayık, dalga ve bunların üstlerinde uçuşan rüzgâr ve dolaşan bir koku, bir his, ışıklar, gölgeler ve serinliktir. Ve bütün bunların ruha hitap eden mahrem bir lisanıdır.
Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin ne de hayat karşısında çaresizsin.
Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisingeri şer yankılanır.
Yavru deve annesine sormuş;
~ Bizim neden hörgüçümüz var?
= Çök sıcağında susuzluğa dayanalım diye.
~ Anne bizim toynaklarımız niye bu kadar geniş?
= Çölde ayaklarımız kuma baymasın diye.
~ Anne bizim boynumuz neden uzun?
= Çölde uzaktan gelebilecek tehlikeleri görebilelim diye.
~ Peki anne Allah aşkına bizim Atatürk Orman Çiftliğinde ne işimiz var!
Bu ülke Atatürk Orman Çiftliğinde yaşayan develerle dolu. Yetenekleriyle alakası olmayan işlerde çalışan sürüyle mutsuz insan.
Varlık nedenimizi hep birlikte kaybetmemiz… Artık bizim okuduğumuz iyilerin hep iyi kötülerin hep kötü olduğu çizgi romanlar yok. Herkes gri. Herkes rüzgarı bekliyor; beyaza ve siyaha dönüşmek için.
Kararlarınızda fikir alın ama özgür olun. Özgürce aldığınız kararlar sonunda da mutsuz olabilirsiniz. Ama en azından mutsuzluğunuzun koşullarını siz belirlersiniz başkaları değil.