Uzun zamandır okurken gururlandığım, gözlerimi dolduran, duygudan duyguya sürükleyen, hele böyle merakımı arttıran, bitirdikten sonra da uzun uzun araştırmalar yaptıran böyle bir kitap okumamıştım. Zaten Nevşehir'i ayrı severim, kitapta da masal şehir olarak bahsedilmiş, bence fazlasıyla haklı. Belki o da bende bir bağ kurdurmuştur bilmiyorum
Din ile şâirâne hayâller arasında derin bir fark vardır: Dindar imanlıdır; dinin arz ettiği hayâllere inanır ve o bu dünyada yaşadığı hayatı, dini görüşüyle açıklayarak mânâlı bulur. Bundan dolayı dindar ümitsiz ve bedbin değildir. Dinin yerini alan şâirâne hayâllerde bu iman ve huzur yoktur.
Mutluluk nedir? Başarı, eğlence,zenginlik, daha fazlasına ya da her istediğine sahip olmak mıdır?
Sevinç, neşe gibi kavramlarla aynı anlamı mı ifade eder?
Aslında hiç biri değildir. Mutluluk kendi içimize dönmek, kendimizi dinlemek, olumlu bakmak, olumlu görmektir... Sağlıklı bir bakış açısı geliştimektir.
Kitap mutluluk üzerine etraflıca düşünmemizi sağlayacak şekilde çok farklı durumlara değinilerek yazılmış. Mutluluğu farklı şekillerde elde etmek isteyen insanlardan, mutluluğu arayan ve bunun için yollara düşen bir yazardan vs. bahsedilen kısa ve anlaşılır bölümlerden oluşuyor.
Felsefi derinliği olmayan, okuyucuyu yormayan etkili bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Ruhumuzun ihtiyaçlarından bahsedilen kısımda ayrıca hoşuma giden ve üzerinde uzunca düşündüğüm bir kısımdı.
"Ya ruhumuz? Hiç düşündük mü ruhumuzun ihtiyaçları nedir, ruhumda kirlenir mi, diye?"
Özellikle bu cümle beni oldukça etkiledi. Gerçekten de ruh ve bedenin bir bütün olduğunu zaman zaman aklımızdan çıkarıyoruz. Kendi içimizde bir koordinasyon sağlayamıyoruz bu sebeple.
Mutlu olmaya giden yolda atılan en büyük adımlardan biri de bu dengeyi sağlamak sanırım.
Mutluluk üzerine yapılmış olan bilimsel çalışmalara da yer verilen kitapta ruh ve beden bütünlüğünün önemli etkisini daha iyi anlıyoruz.
Mutluluğa giden yolu daha yakından tanımak isteyen arkadaşlarıma kitabı okumalarını tavsiye ediyorum.
Nietzsche özünde şunu söylemektedir: Yapmaya ve başarmaya can attığımız şeyler (olmayı umabileceğimiz türden bir insana dönüşmek) aslında ulaşılabilir mesafededir. Ama bu hedeflerin her birine giden yolun şöyle bir zorluğu vardır: Acı, hayal kırıklığı, kıskançlık ve hüsran dolu, insanın kendine kızdığı bir yoldur bu. Nietzsche iyi şeylerin hep böyle acılardan doğduğunu söyler. İyi şeyler, kendiliğinden geliveren şansın eseri değildir. Hayranlık duyduğumuz şeye (başarılı bir insan) dışarıdan bakarsak, yalnızca sonucu görürüz. Genellikle onun evrimsel geçmişini yakından inceleme fırsatı bulamayız. Istırap, korku, güvensizlik dolu gecelerini görmeyiz. Oysa böyle bir içgörü, tuhaf bir şekilde yüreklendiricidir. Acı çekmenin kendimizin en iyi versiyonu olmakta çuvalladığımızın göstergesi değil, tam tersine olmak istediğimiz -ve olmamız gereken- kişiye dönüşme sürecinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu görmemize yardım eder.
Virüs hiçbir zaman bulaştığı bedene ait değildir. “ şu veya bu kişi de virüs varmış,” desek bile bile bu ne bir sahiplik ne de nitelik ifade eder. Mülkiyet modeli virüsü anlamamız için bir yol sunmaz. Daha ziyade virüs kişinin sahibi oluyor gibidir…
Bu ileti takribî bir sene evvel yapılmış bir inceleme/tahkikatın devamıdır.
(BKZ. #200635571)
Hakikaten, Cenab Şahabettin bu eserinde (
Tiryaki Sözleri ) harikalar gösteren bir icaz-kâr-ı hünerdir. Onun nesri kadar oynak, onun nesri kadar ivicacı, onun nesri kadar süslu ve zarif bir nesir hiçbir edibimizde, hiçbir şairimizde yoktur.
"Uslûb-ı beyan ayrı insandır!" diyen Fransız edib-i şehiri (
Georges-Louis Leclerc )Buffon'a hak vermemek mümkün değildir...
Cenabın yazılarııda imzası bizzat üslübudur. Ayrıca imzaya ihtiyaç yoktur. İki cumlesini okumak kendisini tanımak için kâfidir.
Bkz. İSTİHZA ERBAB-I ZEKANIN HUKUK-I TABİİYESİNDENDİR.
Lisanı (bilhassa nesri) şuh, şakrak, tanınan ve perrandır.
Cenab'ın mevkii Edebiyat- Cedide içinde en büyük sanatkâr mevkidir.
Ben bu eserini seve seve okurum. Hatta kendim ciltledim. Fakat onun üslubu bana sehl-i mümtenile yapılmış bir tekellüf hissini veriyor mesela bazı cambazlar vardır ki gayet güç perendelere falan kalkışıyorlae aman yapamayacaklar, düşecekler, diye içiniz titrer. Halbuki umduğunuzdan daha alâ zıplarlar.
Cenab da öyledir. Üslübunu okumaya başladığınız zaman içiniz titremeye başlar. Bu oyunları beceremeyecek, şimdi şaşıracak diye korkarsınız halbuki o fevkalade muvaffakıyetlerle hüzeyli gösterir.
Bu isimleri Korkut Ata kitabında görüyoruz. Kaşgarlı Mahmud da Divan-ı Lugat'ında diyor ki: "Bir adamın kim olduğu anlaşılmak istenildiği zaman, (Hangi boydansın?) diye sorulur." Bununla beraber, boy adının küçük addan sonra geldiği de olur. Yunus Emre'deki Emre kelimesi, Oğuz ilinin Emre (İmre) boyundan başka bir şey değildir.
Bazı çalışmalara inceleme yazarken normalden daha ciddiyet gerekiyor diye düşünüyorum, "İslam Deklarasyonu" da öyle bir eser. İlk cümlesi amacımız; Müslümanların İslamlaştırılması ve düsturumuz; İnanmak ve Savaşmak diye başlıyor, kitabın kapanış cümlesi ise büyük harflerle "HABERİNİZİN OLMADIĞINI SÖYLEYEMEYECEKSİNİZ!" Bu farkındalık bile fazlasıyla meydan okuyucu.
Yazarın ifadeleriyle; "Bu deklarasyon nereye ait olduklarını bilen kalplerinin derinliklerinde hangi tarafta durduklarını hisseden Müslümanlara hitaben yazılmıştır."
Esas meselemiz müslümanların İslamlaştırılmasıdır ve bu doğrultuda Aliya İzzet Begoviç, İslam nedir ne değildir? Neye ne ölçüde kıymet verilmelidir? günümüz İslam nizamının uygulamada ne gibi sorunları mevcuttur? İzmler ile mücadele ve izmlere yaklaşım nasıl olmalıdır? Müslüman toplumların geri kalmışlık sebepleri nelerdir? gibi başlıklara ilişkin çeşitli incelemeler ve öneriler ileri sürmüştür.
Kıymetli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Kucaklayıcı bir dil ve ötekileştirmeden onaran üslup sahibi bir yazarın kaleminden dökülmüş cümleler.
İslam DeklarasyonuAliya İzzetbegoviç · Fide Yayınları · 20177,7bin okunma
Başbakan Özal'a yönelik suikast girişimi ile ilgili soruşturma Ankara DGM Savcılığı'nca yürütülüyor.
Bir başbakana karşı suikast düzenlenmişse, bu eylem, doğrudan doğruya devlet güvenliği ile ilgilidir. Bundan hiç şüphe yok ..
Peki, bu soruşturma yürürken saldırganın ifadesinin yayımlanması da aynı devlet güvenliği kavramı ile ilgili midir?
Hayır, değildir.
Bir gazeteci, eğer, böyle bir yayın yapmışsa, konu, basın yasasını ilgilendirir. Basın Yasası'nın 30'uncu maddesi ceza kovuşturmaları ile ilgili her türlü vesika ve evrakın açık duruşmada okunmasından önce yayımianmasını yasaklamaktadır Bu eylemin yaptırım!, bir aydan altı aya kadar hapis ve 1, bin liradan ! 50 bin !iraya kadar para cezasıdır.
İnceleme yazılarını okuyup karar vermemeniz gerektiğini belirteyim. Çünkü insanlar her kitaba hep aynı duyguyla başlayacaklar ve zevkler ve renkler tartışması kitaplar için asla geçerli değildir. Yeni modern klasik diye adlandırılan bu kitap için bir çok insanın sevdiği, duygularını harap eden bir kitap. Gerçi bizim ülkede katarsisi izlersiniz de bu duyguları yaşarsınız.
Kitabın ana karakteri Fugui'nin hayatını bize halk türkülerini araştıran bir araştırmacı tarafından aktarılıyor. Fugui çok zengin bir ailenin cocuguyken hazıra dağ dayanmaz misali varını yoğunu kaybediyor. Yaptığı arsızlıklarda ömür boyu hayatını etkiliyor.
Bazen düşününce evet Fugui çok çile yaşasa da bir çok sıkıntı da çektirmiş annesine, babasına, eşine ve kayinbabasina. Jiazhen nasıl sabırlı bir eşmiş. Nasıl hep eşinin yanında olmuş takdire şayan . Youging ve Fengxia nin hikayeleri de ayrı bir içler acısı. Kızın hastalık sonrası konuşmaması, geçim derdinden evlatlık verilmesi, geri geldiğinde ailesine en çok yardımı dokunması. Yıllar sonra evlenmesi ve hayatını kaybetmesi. O kadar acı ki.
Kitap aşırı hüzünlü ve üzücü. Ama dili çok akıcı, sayfalar üst üste yormadan bitiyor. Yani okuması zevkli fakat hikaye yaralı. Tavsiye ederim.
Bismillahirrahmanirrahim
Bir Mutezili ve Şafi alimi olan Kadı Abdülcebbar bu eserinde üzerinde durduğu konuları bir kaç bölüme ayırabiliriz.
Öncelikle adından da malum olduğu üzere nübüvvet ispatının delilleri kitabın büyük bölümünü oluşturuyor.
Onun dışında yine nübüvvet ispatında önemli bir rol oynayan gayri Müslimler tarafından getirilen
Ekrem Akurgal, ''İlk defa Atatürk, Doğu ile Batı'nın bir araya gelemeyeceğini gördü,'' diyerek ifade etmiştir. Çünkü kölelikle özgürlüğün bir sentezini yapamazsın, bu mümkün değildir.
Toplumların konfor alanından çıkması yüzyıllardır zorlandıkları bir mesele olagelmiştir. Din, mezhep, ideoloji gibi kültür vasıtalarına dair yeni bakış açıları geliştirmek, bu bakış açılarına dair yeni teoriler üretebilmek de haliyle her toplumun üstleneceği bir durum değildir. Bu yüzden gelişime açık olmayan beyinlerin türediği bir toplumda,
19 yaşında taksi şoförü bir gencin hikâyesini okudum son iki haftada. Bu roman bana, bir kere daha, hangi yaşta olursak olalım yaşamın özetinin, tecrübelerimizin bileşkesinden ibaret olduğunun altını çizdi. Bazen anlamanın en net yolu sınanmaktan geçiyor. Romandaki temel çıkış noktası da bu ; sınavlar. Hayatı anlamlandırma çabamız ne yaparsak