Ne var ki, dünyada Bor'un pazarı geçtiği halde her şeye rağmen eşeğini Niğde'ye sürmeme dirayeti gösterenler halen yaşıyor. Bunlardan bazıları şu anda bu satırları okumaktadır.
Su gelince nasıl teyemmüm bozuluyorsa son kitap inince de önceki üç kitap butlana uğramıştır. Kur'an kalbimizden her geçeni Allah'ın bildiğini bize öğretti.
Ahiret heyecanı bizlerden alındı. En ufak sorunda yıkılır olduk. Allahu Teâlâ’nın gücüne imanımız oldukça azaldı. Tek sorunumuz kaliteli yaşam, son model telefon oldu. Şükrün ne demek olduğunu, elimizdekilerle yetinebilmeyi unuttuk. Ve daha bir sürü şey…
Allah, müslümanları başka hiçbir sebeple değil, sadece dünyayı kafirlerin başına yıksınlar diye yarattı. Sebep bu olmasaydı ne hicret ve akabinde fetih vuku bulur, ne de bizim beş vakit ezanımız olurdu.
Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk'ü, Arap'ı, Arnavut'u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: Maddecilik.
Kıtaları ipek kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…
Zafer Sabahları kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupa’lıyım” demeğe başladı, “Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.”
Avrupalı dostları acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına “Hayır delikanlı” diye fısıldadılar, “sen bir az gelişmişsin.”
Ve Hristiyan batının göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir nişan-ı zişan” gibi gururla benimsedi aydınlarımız.