Ruhumuzun en derinlerinde, bize ait olmayan, yabancı, kötücül 'şey'ler gezinir. Sislerle kaplı bu mekanın, belirsiz bir kaynaktan beslediği karanlık, bazen, oradan yüzeye ulaşır ve bizler bir şekil, bir kabuk, ya da bir kostümden ibaretmişiz gibi içimize dolarak kendini dünyaya sahneler.
Bu olurken, bizler, kendini ansızın sahnede buluvermiş ve rolünü oynamaktan başka çaresi olmayan oyuncular gibiyizdir. Rol, bize kendini oynatır. Bu yüzden bizimkisine oyunculuk bile denemez, aslında birer kuklayızdır o kadar.
Hiç beklenmedik bir zamanda, tamamen kontrolümüz dışında bizi yöneten bu belirsiz kaynağın hangi yollardan akıp geçerek nasıl olup da tam o anda dümeni eline aldığını anlamak zor değildir. Bunun için, en yalınından ele alacak olursak, doğmuş olmamız yeter sebeptir.
Çünkü doğumumuzla birlikte kontrolümüz dışında biçimlenen ruhsal ve fiziksel yaratığa, yani insana dönüşmeyi bilmeden ve seçmeden teminat altına almış oluruz -ya da belki Antik Çağ inanışına göre biliyorduk ve unuttuk. Ama bunun bir önemi yoktur-. Biz insanlaştıkça, 'benlik' dediğimiz o muğlak ayrımımız, karanlığın sonsuz derinliği temelinde yükselir.
Bazı zamanlar, bir 'kullanılmışlık' hissine kapılırız. Birileri ya da bir şeyler bizi kendi emellerine aracı yapmış gibidir. Lakin sorumlu tutacağımız hiç kimse, hiçbir şey yoktur ortalarda! Kendimizden başka...
Charles Pierre BAUDELAIRE