"Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor/ eski zamanlardan bir Cuma çalıyor/ durup köşe başında deliksiz dinlesem/ sana kullanılmamış bir gök getirsem/ haftalar ellerimde ufalanıyor/ ne yapsam ne tutsam nereye gitsem/ ben sana mecburum sen yoksun."
cuma namazına katılmak ya da oruç tutmak gibi dini vazifelerin yerine getirilmesini gözetmek muhtesibin görevidir. Suçluları muhtesip cezalandırır; ya teşhir eder, ya falakaya çeker ya da para cezası verir. Bazı koşullarda ceza daha da ağırlaşabilir: 17.yüzyıl Alman seyyahlarından Hans Dersnchwam'ın aktardığına göre, Ramazan'da meyhanede içki içerken yakalanan üç delikanlı soyulup sadece içlikleriyle bırakılmış, eşeğe ters oturtulup şehirde dolaştırılmış, ardından da sopa- Tanıp para cezasına çarptırılmıştır. 1610 ile 1620 yılları arasında İstanbul'da yaşayan İngiliz seyyah Robert Withers'ın aktardığına göre, Sadrazam Nasuh Paşa atla İstanbul sokaklarında dolaşırken Ramazan günü sarhoş bir delikanlı görür, delikanlı yakalanıp Paşa'nın huzuruna getirilir ve ağzına eritilmiş kurşun dökülür.
DAĞA ÇIKAN KURT
Dağa Çıkan Kurt öyküsü, Milli Mücadele yıllarının panoramasını gözler önüne sermektedir. Hikâyenin başlangıcında yazar, Fransız bir sanatçının şiirinin çıkmasını beklemektedir. Bunun etkisinde kalarak rüyaya dalmaktadır. Rüyasında, işlerin sarpa sardığı bir orman görür. Ormandaki hayvanlar arasında mücadeleler yaşandığını
Ebû Bekr bin Ali bin Abdullah, bir zâtın şöyle anlattığını nakletmiştir: "Bir Cumâ günü Cumâ namazı kılmak için mescide gitmiştim. Önümdeki safta vekarlı, huşû' sâhibi bir zât gördüm. Devamlı namaz kılıyordu. Cumâ namazının başlamasına kadar nâfile namaz kıldı. Heybetinden, kalbimde ona karşı bir muhabbet hâsıl oldu. Sonra Cumâ namazı kılmaya kalktık. O gördüğüm zât, tedirgin bir hâlde elbisesine bürünerek, hep kendini birinden gizliyordu. Namazdan sonra sebebini sordum. Şöyle dedi. Benim bir zâta borcum var. Bu sebeple mahcûbiyetimden böyle yapıyorum, dedi. Kime borcun var dedim. Şu arkamda duran zâta dedi. Meğer alacaklı olan zât, Da'lec bin Ahmed imiş. Bu sözleri Da'lec bin Ahmed'in o safta bulunan bir arkadaşı işiterek, gidip durumunu ona anlattı. Da'lec bin Ahmed de, bu zâtı evine getirmesini söyledi. Evine gittiklerinde yemek ikrâm edip, borçlu zâta; "Senin borcun unutuldu." diyerek alacağını bağışladı. Ayrıca beş bin dirhem de hediye verdi ve; "Mescidde beni görüp, borçlu olduğundan dolayı üzülüp sıkıntıya düştüğün için hakkını helâl et." dedi.
Arkadaş Zekâi Özger'den bir şiir: Tamirat
babam çok eski bir partizan
kötü bir halk partisinin kalıntısına
yamamış nefretini
acıyı ve bir dönemi benden iyi biliyor
ne zaman içki içsek bir cuma gecesi ertesi
açlığı ve yoksulluğu benden iyi anlatıyor
Robinson Crusoe de yine hemen hemen herkes tarafından bilinen bir eserdir. Adada mahsur kalan Robinson'un seneler sonra adada yaşayan yerli halkı keşfetmesi ve cuma adını verdiği yerli ile arasında oluşan bağı konu alıyor.
Ayrıca adada mahsur kaldığı süreçteki maceraları ve pratik zekasıyla hallettiği işleri okumakta gayet keyifliydi
Robinson CrusoeDaniel Defoe · Karbon Yayınları · 201821,5bin okunma
youtube.com/watch?v=5qy4IKy...
Bu benim dünyaya ilk gelişim,
Yıkarak saltanatını koca Fatih’in.
Kundakla kefen arasında bir gün,
İstanbul, İstanbul deyişim.
Merhaba Kızkulesi, merhaba Eyüp Sultan, Kanlıca, Şehremini merhaba...
Bir İstanbul esiyor çocukluğumdan,
Ekşi bozalı, Arnavut kaldırımları lâpâ lâpâ.
Yuşâ’dan mı okunur o
Söyleme bilmesinler aramızdakileri. Sırlar büyüsün aramızda, koskaca duvarlar örülsün istemesekte. Kardeşiz, anne baba hakkı var üzerimizde; istedikleri kızlarla evlenmezsek, öğretmen olmazsak, beraber yaşamazsak, her cuma hepimiz bir araya gelmezsek haklarını helal etmezler sonra…
Şermin Yaşar kardeşler, eşleri, anne ve babaları üzerinden bize sıradan olduğumuzu gösteriyor bir nevi bizlere ayna tutuyor. Ütopik dünyalar yok. Kalemi ağdalı değil. Basit ve sade,tıpkı yaşamın kendisi gibi.
Kahramanların gözünden okuyoruz ortak hikayelerini. Kimi zaman biri haklı oluyor kimi zaman diğeri. Sonra anlıyoruz ki kimse haklı değil kimse haksız da değil. Nedenler o kadar güçlü ki… Ama kimse sormamış “Neden”diye diğerine…
Söylemediklerimizin tutsaklığında tamamlanmıyor mu ömürler?
Şermin Yaşar yine okuru sarıp sarmalamış kalemiyle.
Cami cemaati çok sever beni, cuma cemaati pek hazzetmez. Beş vakte gelen herkesi tanırım, onların yüreği Arafat gibidir ama haftanın bir günü camiye uğrayan cuma Müslümanlarindan Tanrı' ya sığınırım.
Ezanım vaktinde okunması, cemaatle namazın vaktinde eda edilmesi, Cuma ve Bayram namazlarının ifası, ibadetlerde ihlâl ve bid'atlere meylin engellenmesi, cami ve cemaat adabı, vaaz ve hutbelerde günahı celb edebilecek konuşmaların önlenmesi, taşkınlık ölçüsünde eğlencelerin men'i, içkinin yasaklanması, sınırı aşan kadın-erkek münasebetleri, haramların terk edilmesi, fâsid-bâtıl akidelerin iptali, hile ve aldatmanın önüne geçme, ölçü ve tartılarda hilenin engellenmesi, ihtiyaç olmadığı halde dilenmekten alıkoyma ve salahiyetsiz din adamlarının halkı yanıltmasına mani olmak gibi pek çok husus, muhtesibin vazifeleri arasındadır.
Peygamberimiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor: "Bana getirilen selât-ü selâm, sırat köprüsü üzerinde ışıktır, cuma günü seksen kere selât-ü selâm getiren kimsenin geçmiş seksen yıllık günahı affedilir" der.
Gün daha yeni başladı ve ... saat şimdiden akşamın altısı.
Pazartesi henüz gelmişti ki ve aniden Cuma oldu. ... ve ay çoktan bitti ... ve yıl neredeyse bitti.
... ve hayatımızın şimdiden 40, 50 veya 60 yılı geçti.
... ve ebeveynlerimizi, arkadaşlarımızı kaybettiğimizi anlıyoruz.
... ve geri dönmek için çok geç olduğunun farkındayız ...
O halde...
Selamlık her hafta padişahın İstanbul camilerinden birinde Cuma namazı kılması demektir .
Ve hükümdar bu törende alkışlanır.
*Bu alkış el çarpmak değil ,
" PADİŞAHIM MAGRUR OLMA , SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR."
nidasıdır. *
minarenin içine acaba asansör koyulamaz mı
üçe çıkıp okuyorsun bitirince eksi bire basıyorsun
ne kadar zorlaştırdılar dini
allahın yobazları
büyüsünü alıp götürdüler dinin
müslümanım demeye dili varmıyor insanın
camiilerden fışkırıyor her cuma
gözü dönmüş kara cahil irtica