Deniz Sinanoğlu

Bir ayna duvardan düşüp binlerce parçacığa ayrılıyor. Neden düştü? Ne anlama geliyor bu? Felsefeci için aynanın yere düşmüş olmasından öte anlamı yoktur bu olayın, hafif bir sallantı olmuş, fizik kuralları­ na boyun eğen belli güçler birleşerek (hesaplanabilir bir olasılığa göre) tam o anda aynanın yere düşmesine yol açmıştır. Oysa o kırılan ayna anlamlarla yüklüdür mistik için, en az yedi yıllık kötü talihin apaçık bir işareti, binbir günahın ilahi göstergesi, binbir cezanın habercisidir.
Reklam
Bir olayın gerçekleşmesi olasılığı son derece zayıfken o olay yi­ne de gerçekleşirse durumu yazgı olarak değerlendirmek suç mu?
Ne ka­dar çirkin, aptal ve sıkıcıysak, en az o kadar güzel, zeki ve esp­rili birine kendimizden kaçmak işin aşık oluruz. Ama böylesi mükemmel bir yaratık kalkıp bir gün bizi severse ne olacak? Şaşkına dönebiliriz -bizim gibi birini sevebilecek kadar zevk­ten yoksunsa, nasıl umduğumuz kadar harika olabilir? Aşık ol­mak için sevgilinin bizi bir şekilde aştığına inanmamız gereki­yorsa, o zaman o aşka karşılık vermeleri durumunda zorlu bir ikilem ortaya çıkmış olmuyor mu? Şöyle bir soru sormak duru­munda kalıyoruz; eğer o kadar harika bir insansa, nasıl oluyor da benim gibi birine aşık olabiliyor?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
236 syf.
·
Puan vermedi
·
20 günde okudu
Hayatta Kalma Güncesi
Hayatta Kalma GüncesiDoris Lessing
7/10 · 210 okunma
Bir tarafta ‘sen iyi bir kızsın, sen kötü bir kızsın’ yargıları, kurumlar, hiyerarşiler ve emir komuta zincirinde bir halka; öteki yandaysa demokrasiyi dayatan yasalar çıkarmak, habire amma da demokrat olduğumuzu söylemek. Kısacası, bu konuda kendini kötü hissetmene hiç gerek yok. Senin başına gelen şey, zaten her daim olup biten şey.
Reklam
Çocukların zorlayıcı davranışlarının, aslında karşılanmamış ihtiyaçlarıyla ilişkili olabileceğini, bugün biliyoruz. Çocukların duygularını ve ihtiyaçlarını örtük bir dille ifade etmeleri doğal bir süreçtir. Bu, bilinçli bir çaba sonucu değil, yaşadıkları deneyimlerin, hislerin ve düşüncelerin karmaşıklığından kaynaklanır. Pek çok zaman çocuklar kendi davranışlarının ardındaki sebepleri tam anlamıyla kavrayamazlar. Ebeveynlerin, bu örtük ifadelerin ardında yatan gerçek ihtiyaçları ve duyguları anlamaları için, yüzeyde gözükenin ötesine bakmaları gerekir. "Çocuğum şu an ne hissediyor, onu güvende hissettirecek şey nedir?" sorusunu sormalarını değerli buluyorum.
Hiçbir şeyin yoksa, hayallerden, fantezilerden istediğini beğenebilirsin.
Ülkemizde, yönetici sınıfın, saygınlığın ya da varlıklılığın sırça köşkünde yaşamadığı, gözlerini dışarıda olup bitene yummadığı bir dönem oldu mu hiç? Bu “yönetici sınıf”ın adalet, adil dövüş, eşitlik, düzen, hatta sosyalizm gibi sözcükleri kullanması ne fark eder, hiç etti mi? Onları kullanıyor, bir süreliğine onlara inanıyorlardı da, ama bu arada, yöneticiler hâlâ, her zamanki gibi en kötüsüne karşı zırhlı, kalkanlı bir şekilde yaşayıp giderken, her şey parçalanmakta, lime lime olmaktaydı; en kötüyü var güçleriyle def etmeye, savuşturmaya, afaroz etmeye çalışıyorlardı, çünkü onu kabullenmeleri demek, kendilerinin yararsız olduğunu kabul etmek, onlara sağlanan, doyasıya yararlandıkları ekstra güvenliğin ise verdikleri hizmete karşılık aldıkları maaş değil, resmen hırsızlık olduğunu itiraf etmek demekti...
Öte yandan, bu geç aşamada bile, toplumumuzda çok da önemli –onarılamaz– bir şey olmuyormuş gibi yaşamayı beceren bir kesim vardı. Yönetici sınıf –gerçi bunun artık ölmüş bir terim olduğu söyleniyordu– pekâlâ, öyleyse bir yerleri yöneten, işleten, konseyler ve komitelerde oturup kararlar alan kişiler, diyelim. Konuşan. Bürokrasi. Uluslararası bir bürokrasi. Peki ama, bu ne zaman böyle olmadı ki? Yani bir toplumun belli bir kesiminin aslan payını kendine ayırması, diğerlerinde bir güvenlik, kalıcılık, düzen yanılsaması yarattığı sürece nimetlerden sonuna kadar yararlanması.
Küçük kızın sıcak, özlemle kıvranan, küçük bedeniyle, bir okşayışla, bir sıcaklıkla sakinleştirilmeyi bekleyen, onu gıdıklamayacak, canını yakmayacak, sıkıştırmayacak, güvenli bir bedene gereksinen, geniş, sağlam bir duvara yaslanmak isteyen, dinginlik ve güvenceye ihtiyaç duyan bedeniyle annenin düzenli soluk alıp veren, sakin, kendinden emin, tepeden tırnağa göreve kesmiş bedeni arasında bir boşluk, bir lakaytlık uzanıyordu; temas yoktu, teselli alışverişi yoktu.
Reklam
İnsanların kölelere, kurbanlara, şamar oğlanlarına ihtiyacı vardır ve “evcil” hayvanlarımızın çoğu da bunun içindir, çünkü onları, olmaları gerektiğini düşündüğümüz şekle sokmuşuzdur; tıpkı insanoğlunun da ondan beklenen şey olup çıkması gibi.
Bana kalırsa insanoğlu, bunca zamandır, algıları ve kavrayışları kabullenebileceğimizin fersah fersah ötesinde olan yaratıklar tarafından gözlenmekte; şu kof kibrimiz engellemeseydi de bunu anlamayı becerebilseydik, dehşete düşerdik, rezil olurduk. Onlarla birlikte, aptalca hatalar yapan, kör, nasır tutmuş, gaddar katiller ve işkenceciler olarak yaşayıp geldik, onlarsa bizi seyretti, bizi tanıdı, ciğerimizi okudu. İşte, çevremizdeki diğer canlıların zekâsını kabullenmeye yanaşmamamızın nedeni bu: Amour propre’umuza* inecek darbe çok büyük, kendi hakkımızda varacağımız yargı çok korkunç olurdu: insanın bir suçu ya da bir zalimliği bile bile sürdürmesine neden olan şey de, tıpatıp aynı süreç: Durmak ve ne yaptığını görmek öyle büyük bir acı verebilir ki, insan bunu göze alamaz. Not: Amour Propre: İzzetinefis, onur.
Eh, biliyorum, hepimizin mahremiyetine yapılan baskılar, bizlere içsel tenhalıklara, yalnızlıklara çekilip nasıl yok olacağımızı öğretir; birileriyle beraberken yalnız kalmakta hepimiz ustalaşmışızdır.
İnsanların –çocuklar, yetişkinler, herkesin– bağlantısız alışkanlıklar, birbirinden kopuk bilgi parçacıklarıyla beslendiğine dair bir tür inanç birliği vardı; bir açık büfeden bir şeyler seçercesine: “Evet, şundan alacağım,” ya da “Hayır, onu istemiyorum!” Oysa gerçekte, insanlar diğer insanları, atmosferleri, olayları, yerleri yutarak, olduğu gibi mideye indirerek büyürler, duydukları hayranlık sayesinde gelişirler. Genellikle de bilinçsizce, elbette. Bizi biçimlendiren, oluşturan şey, yakın çevremizdekilerdir.
Yaşça büyük olanların gençleri kendilerinden uzaklaştırmalarının, zihinlerinin “işte bunu anlamıyorum” ya da “bunu hiç anlayamayacağım” etiketli bölümlerine itelemelerinin bağışlanır yanı yoktur, çünkü onlar da, her biri, bir zamanlar gençti...
760 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.