Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Beyza Topçu

Afet bir anda ortaya çıkan bir şeydir. Bir gün ayağınızın altındaki yerin bir anda yok olması gibi tesadüf denemeyecek kadar adaletsiz, kader denemeyecek kadar üzücü bir şey.
Reklam
"Tsunami güney sahillerimizin hepsini yerle bir etmiş." "Biz neden kalkıp ta buralara kadar geldik ki o zaman?" dedi öğretmen. "Çok yakın bir afet yerine gitmek korkutur insanı," dedi Yona. "Gittiğimiz yer her gün örtündüğümüz yorgandan, her gün kullandığımız tabaktan yeterince uzak olmalı ki etrafa daha bağımsız bakabilelim, öyle değil mi?"
Üçüncü dünya orta sınıfları kendilerini banliyölerindeki tema parklarına ve elektrik telli "güvenli köylerine" her geçen gün daha fazla kapadıkça arkalarında bıraktıkları kentin çorak arazileriyle ilgili ahlaki ve kültürel kavrayışlarını yitirirler.
Sayfa 240Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Erkekler her zaman ve her yere işeyebilirken, kadınların zorunlu ihtiyaçlarını ancak gündoğumundan önce ve günbatımından sonra karşıladıkları görülür. Tehlikelerden sakınmak için sabah saat beşte gruplar halinde... çoğunlukla yılanların saklandığı bataklıklarda veya farelerle başka kemirgenlerin cirit attığı ıssız çöp alanlarına giderler. Kadınlar çoğunlukla akşamları açık araziye gitmek zorunda kalmamak için gündüzleri bir şey yemediklerini söylüyor.
Sayfa 173Kitabı okudu
Caracas'ta meydana gelen ani seller ile toprak kaymaları yaklaşık 32 bin kişinin ölümüne neden olmuş, 140 bin kişiyi evsiz, 200 bin kişiyi de işsiz bırakmıştı. (...) Bir Katolik piskopos, bunun seçimi Hugo Chavez'in solcu hükümetinin kazanması sebebiyle verilmiş ilahi bir ceza olduğunu belirtmiş, Dışişleri Bakanı Vincente Rangel ise onun sözlerine şu karşılığı vermişti: "İntikamını böyle toplumun en yoksul kesiminden aldığına göre bunu yapan acımasız bir Tanrı olmalı."
Sayfa 153Kitabı okudu
Reklam
Üçüncü dünya kentlerinde yoksul halk, yetkilileri kenti temizlemeye iten büyük çaplı uluslararası olaylardan (konferanslardan, resmi ziyaretlerden, güzellik yarışmalarından, uluslararası festivallerden) korkar: Gecekondu sakinleri hükümetlerinin gözünde dünyanın görmesini istemediği "pislik" veya "hastalık" olduklarını bilirler.
Sayfa 132Kitabı okudu
"...sizin şu öbür dünyanızda başka ne azaplar var?" "Ne azaplar mı? Ah, hiç sorma: Eskiden pek o kadar değildi ama şimdi daha çok ahlaki şeyler, 'vicdan azabı' falan gibi saçmalıklar geldi. Bu da sizin yüzünüzden, 'ahlaklarınızın yumuşaması' yüzünden oldu. Peki kim kazançlı çıktı? Sadece vicdansızlar, çünkü zaten vicdanı olmayan birine vicdan azabı veriyorsun. Ama henüz vicdanını ve şerefini kaybetmemiş namuslu insanlar bundan zarar gördüler..."
Sayfa 892Kitabı okudu
"Yoksula kendi işini görmesi için yardım et" tantanası arasında Dünya Bankası'nın gecekonduları yüceltmesinde örtük biçimde kendini belli eden ödenekleri bir hayli azaltma konusuna pek dikkat eden olmamıştı. Yoksulun uygulama becerisini övmek, devletin yoksullukla evsizliği giderme konusundaki tarihsel vaatlerinin yerine getirilmediği gerçeğinin üzerini örten bir perde haline gelmişti.
Gecekonducular arazilerden yer kapabilmek için genellikle politikacılara, çetecilere veya polislere hatırı sayılır miktarda rüşvet vermek zorunda kalırlar; bu enformel 'kira bedelleri'ni para ve/veya oy karşılığı yıllarca vermek durumunda kaldıkları da olur. Ayrıca kent merkezinden uzakta, belediye hizmeti almayan bir yerde bulunmanın cezası da cabası. Gerçekten de toplam maliyeti hesapladığınızda tapusuz bir yere yerleşmek arsa almaktan daha ucuz olmayabilir. Gecekondunun en çekici tarafı, 'ileride geliştirilme ve ıslah edilme imkanına sahip olmasıdır, ki bu özelliği maliyetin aşama aşama yayılmasına neden olur.
Velhasıl geleceğin kentleri, ilk kuşaktan şehir planlamacılarının tasavvur ettiği gibi cam ve çelikten değil, büyük oranla kaba tuğla, saman, geri dönüştürülmüş plastik, briket ve hurda tahtalardan inşa edilecektir. Yirmi birinci yüzyılın kent dünyası, gökyüzüne yükselen ışıklı kentler yerine büyük oranda çerçöp, dışkı ve pislik içine gömülmüş kentlerden oluşmaktadır. Hatta, postmodern gecekondu mahallelerinde oturan bir milyar kent sakininin geriye bakıp kent hayatının ilk dönemlerinde, dokuz bin yıl önce Anadolu'da kurulmuş olan Çatalhöyük'ün dayanıklı kerpiç evlerine imrenmesi işten bile değildir.
Reklam
Yine başa dönmüştüm işte Nihan, bedeninin, aklının, ruhunun, arzularının sahibi olmayan bir bendim yine, madde madde hayattım. Kendime değil onlara ait oldukça kahraman değil, trajediydim. Trajedilere herkes ağlar, içimde bir yer gizli gizli gülüyordu ama, derin bir oh çekiyordu, rahat bir nefes alıyordu.
Sayfa 137Kitabı okudu
Kimse ödemez yaptığı kötülüğün bedelini aslında, bunu yaşayarak ve doğurarak ve ölerek öğrendim, dinle anneni, ama yapılan her kötülükten geriye bir hikaye kalır mutlak, aç gözünü, aç kalbini, bunu iyi bil, iyi dinle, gerçeğin hikayesi.
Sayfa 115Kitabı okudu
Bir ağacı izleyerek zamanı hissetmek insanın yıllarını alır ama bir aptal bile bir çiçeğe baktığında ah işte geçiyor ömrümüz diye içlenmeden edemez. Çiçeğin belki de sadece saatler sonra yok olup gideceğini fark edip ürpermeden geçemez. Ama neyse ki aynı anda birden fazla şey düşünmek ve hissetmekte ve en mühimi de, unutmakta mahiriz biz.
Beşiğinde bile sevilmemiş, dövülmüş, bağlanmış, bakılmamış insana ne olur peki? Eğer yaşamışsa; inadından, öfkesinden nefretinden büyüyen insan, insan değil öfke olur, nefret olur, inat olur. Neden yaşamak istiyoruz, neden yaşıyoruz? Bu sorunun cevabı varsa eğer içimizde bir yerlerde, sus sakın söyleme, intikam almak için yaşıyoruz. Bizi kinden yapmış anne babalarımız, hep birlikte çocukluğunda dövülen ilk insanın kinini tutuyoruz. Yaşatamadığımız evlatların tutulan yasıdır doğa ve insan, o yasın çocuğudur.
Yaşlılık çoğalmak ve bir köşede birikmek gibi değilmiş, zamanın uzasın diye aklından, yaşadıklarından, anılarından vazgeçmek, küçülmekmiş sanki, kendini küçültmek, büzüşüp içine çekilmek. Yok yok, kendi içine değil ama, yaşlanmak zamanın içinde geri çekilmekmiş.
63 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.