“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-cübni ve’l-heremi ve’l-buhl ve eûzü bike min azâbi’l-kabr ve eûzü bike min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât."
Allah'ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Kabir azâbından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 50)
The Secret kainatı büyük bir alışveriş merkezi gibi resmeder. İstediğimiz mallarla dolu, satın almak için kuvvetli bir biçimde istememizin yeteceği, büyük bir alışveriş merkezi. Eyleme geçmenize, bir şeyler inşa etmenize, bir şeyleri düzeltmenize gerek yok. İsteyin yeter. Çekim varsayımı, bize başlarına musibet ve belalar gelen çocuk veya yetişkinlerin, bu sıkıntılara olumsuz düşündükleri veya yeterince olumlu düşünemedikleri için maruz kaldıklarını söylemiş olur. Hayır ve şerrin Allah'tan geldiği, dünyanın bir sınanma yeri olduğu ve insanın ıstırap ve musibetlerle de olgunlaşabileceği yolundaki metafizik düşünce, modern faydacılık eliyle rafa kaldırılır.
Hayat çözülmesi gereken bir sorun değildir. Her gün olabildiğince akıllıca, olabildiğince bütün ve olabildiğince duyarlılıkla yaşanması gereken bir şeydir hayat. Katlanmamız gereken bir şeydir. Onun çözümü yoktur.
Hayatın psikiyatrizasyonu... Bu seküler bakış açısıyla, sizin dindarlığınız pekala bir psikiyatrik bulgu olarak değerlendirilebiliyor. Aynı bakış açısını paylaşan ve yine Amerikalı bir meslektaşımız, aşk hastalığı'nın tedavisinin de yakında bulunacağını iddia edivermişti geçtiğimiz yıllarda. Bu şekilde hayat, yaşanması gereken bir şey olmaktan çıkarılıp tedavi edilmesi gereken bir şeye dönüştürülüyor. İnsan duygusal-ruhsal süreçlerine etki edebilen bir amil değildir artık. O, bu süreçlerin bir kurbanı, cüz'î iradesi sıfırlanmış bir kazazededir.
Abraham, ilk defa büyük bir ayine katılmıştı. Etrafına şaşkın ama bir o kadar da ürkmüş ifadelerle bakıyordu. Talmut'tan okunan parçalardan sonra artık ayinin diğer bölümlerine geçilecekti.
Tam o sırada iki kişi sedyeyle bir çocuk getirdi. Çocuk çıplak ve yarı baygındı...
Çocuğu önce masanın üzerine koydular. Daha sonra da düzeneğin içine yerleştirdiler. Düzeneğin ağzını kapatırlarken çocuk eliyle itiyordu:
-Ne olur kapatmayın! Ben kapalı yerlerden korkarım!..
...
Düzeneğin kenarındaki kolu ise ilk çeviren Büyük Rosenberg olmuştu. İğneler ilk battığında çocuk çığlık çığlığa bağırmıştı:
-Anneee!
Daha sonra çocuğun sesi kesildi Belli ki artık ölmüştü. Büyük Rosenberg, her çevirişte alt taraftaki oluktan kan akıyordu.
Bir dakika kadar büyük Rosenberg, çevirdikten sonra sırayı oğluna verdi ve bu şekilde derecelerine göre herkes kolu çevirdi. Bu işlem çocuğun kanı iyice süzülene kadar devam etti.
Artık işlem bitmişti ve sıra bu kanı kaseye doldurup içmeye gelmişti. İlk önce Büyük Rosenberg içti ve oğluna verdi. Yine aynı şekilde herkes derecesine göre kaseden kanı içiyordu ve sıra Abraham'a gelmişti.
Akıp gider yıllar, bir bakarsın geriye
Kimler iz bırakmış, kimler gözden düşmüş diye
Yüzünde tebessüm, içinde bir sızı kalır
Değişmez bu devran, böyle gelmiş böyle gider
Aman vermez zaman, ağını örmüştür kader
Âb-ı hayat olsan,
Her şeyden kurtulsan
Alnındaki yazı kalır
Mazinin bir izi kalır
Olsan da bahtiyar, takvimler kâbusun olur
Kaçsan diyar diyar, hatıralar seni bulur
Anlar ah o anlar
Sönse de yangınlar
Ateşin bir közü kalır
Sevdanın bir özü kalır
Söz – Müzik: Uğur Işılak
youtu.be/VeQddTfDftE?si=...
"Herkes mutlu olmak için yaşar. Ama mutluluğun nerede olduğunu ya da nasıl yakalanacağını bilmediğimiz için takılıp kalırız ya da kayboluruz. Ama gerçekte belki de mutluluk verecek bir hedef yok. Bazen biri bana bir hedef çizse ne kadar kolay olurdu diye düşünsem de yolumuza kendimiz karar vermeliyiz.
Bazen yalnız yürüyoruz.
Bazen biriyle yürüyoruz.
Ama durmuyoruz. "
-*Mukai-kun*
¶
" Mutlu zamanlarım da oldu, mutsuz zamanlarım da. Böyle hissediyorum. Çünkü bir şeyi yaptın ya da elde ettin diye sonsuza dek mutlu olamazsın... Bugün mutlu olsan bile, yarın endişelenecek bir şey çıkabilir. Hayat böyle. Ama geriye dönüp baktığımda genel olarak mutluyum. Önemli olan da bu. "
-*Mukai-kun no Okaasan*
¶
Japon dizileri hep açık uçlu bitse de ben bu dizide ikili ilişkilerde gerçekte ne aradığını anlamaya çalışan Mukai-kun'u sevdim. Belki de bende tam olarak ne istediğimi bilmediğimden, kendi iç sesimle yüzleşmiş gibi oldum bazı yerlerinde. Kültürel olarak, inanç ve hayat tarzı olarak kendi yaşantımla arasında dağlar kadar fark olsa da Mukai-kun'un arayış ve sorgulama hali beni içine çekti dizinin. Japonların düşünce şekli, hayata bakışları espiri anlayışları çok farklı. O nedenle herkese hitap etmeyebilir, sıkıcı gelebilir. Bana göre keyifli bir diziydi. Farklı dizi arayışında olanlar varsa şans verebilir.
İzleyenlerin yorumlarını merak ediyorum. Sizin dikkatinizi neler çekecek acaba?? :)
Bir insanım ben, bütün canlılar gibi yazgılıyım ölmeye. Ama kutsal olan bana kendisini açıyor. Elimi uzatsam ebediyet şuracıkta. Bir zafer kazanmaya değil, bir sefer eylemeye geldim. İnsanım, bir bilincim var. Mağlubum ama galibim ben.
10-9-8-7.....2-1-0
Geri saydık ee ne değişti!
Sen değişirsen, ben değişirsem, biz değişirsek,
DÜNYA DEĞİŞİR!
Herkesin insan olduğunu hatırladığı,
Zalimlerin kahrolduğu,
Mazlumların galip olduğu,
Huzur ve refah içinde bir yıl oluşturmayı başarabiliriz umarım 🤲
Kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden
Kurşunlar yağdırır can alır düşünmeden
Elbet senin de bir sonun olacak eminim
Göreceğiz inşÂllah Azrail'e can vermeden!
Yıkılasın israil! Enkazını göreyim
Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim!
Yaşadığınız mahalle bombalanıyor.
Evlatlarınız yanınızda ve bir arkadaşınız arıyor; ”Hastanede paramparça çocuk cesetleri var, pek çoğunun kimliği tespit edilemiyor. Topluca gömülecekler birazdan” diyor.
Sonra ekliyor, ”İstersen çocukların ayaklarına ve kollarına isimlerini yaz, Allah korusun saldırılarda ölürlerse kim oldukları anlaşılır
Mükemmeliyetçiysek ve 100 değil 99 aldıysak, kendimizi 10 almış öğrenciden farklı hissetmeyiz.
Bir ilişki ya iyidir ya kötüdür.
Bir insan ya iyidir ya kötüdür.
Ya başarılıyız ya da başarısız gibi...
Mükemmeliyetçilerin GRİ'si yoktur. Sevmezler gri rengi. Hatta gri onlara belirsizlik ve boşluk gibi gelir adeta. Bazıları da bunu öve öve anlatır:
"Ben net biriyim. İçim dışım birdir. Ne istediğimi net olarak söylerim."
Ben de sorarım; "Ne istiyorsun peki?"
Cevap şöyle gelir:"İşte hocam sorun da bu... BİLMİYORUM!"
"Bu yeni bakış açını bana özetler misin?"
Dilek: "Ben eskiden hayatımda bir sorun varken başka bir şeye odaklanamıyordum. İlla ki önce o sorunu çözmek ardından normal hayatıma geçmek zorunda hissediyordum kendimi. Şimdi ise hayatımda tamamlanmayan bir konu olsa bile yaşamı dondurmuyorum. O sorunun çözümü ile yaşamın diğer alanlarının akışını ayırt ediyorum. Mesela iş yerinden işim bitmeden de çıkabilmeyi başarıyorum. Spora gideceğim zaman en uygun zamanı değil, yeterince uygun zamanı buluyorum. Diğer yandan ya tam gideyim ya da hiç gitmeyeyim demek yerine, ne kadar gidersem kârdır diye bakıyorum."
"Çok güzel yorumladın. Yaşamın tadını çıkarmak için her şeyin tam olmasını beklerken yaşamı kaçırırız."