Bu hayatın bir manası olmak icap ederdi. İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.
Barda tek başına takılanlar, kız kıza tatile çıkanlar, her yerde kendi başına eğlenen bir yalnız kadınlar ordusu. Peki nerede bu adamlar?
Başkasının yaktığı ateşte ısınanlar, yarasına tuz basanlar, hak edilmemiş mucizelerin peşinde koşanlar... Konu ilişkiler olunca koca dünya tarihini doldurmaya yetecek kadar fazla trajediye sahibiz. Üstelik çivi çiviyi söker diye trajediyi trajediyle boğmaya meyilliyiz. Ne diyordu Shakespeare: “Gözlerine yeni bir zehir bul ki, yok etsin ötekinin zehrini.”
Kalırsa bir soru kalır benden
Yanıb var mıdır bilmem?
Denizine, göğüne, toprağına
Uçanına, kaçanına bu dünyanın
Kalırsa bir soru kalır benden
Ölüm gelir, gün akşama kavuşurken.
Bir süredir feminizme bir tepki olduğunu çok güçlü bir biçimde hissettim. Neden şaşırıyoruz? Ben şaşırmadım. Ataerkilliğe derin bir biçimde meydan okunmadı ve değiştirilmedi ki. Olan, ataerkilliğin kamusal olarak onaylanmış bir ses kazanması ve feminist sesi susturmasıdır, sanki sürmekte olan böyle bir savaş varmışçasına ve ataerkillik sanki "Bu savaşı biz kazanacağız." demişçesine.
"Bir şeylerden kaçar gibisin. Soluk soluğa ama hiç bir şey anlatmayacağına yemin etmiş gibi sakinsin. Gitmek istediğin belli bir yer yok ama kalmak istemediğinden artık eminsin. Sadece biraz olsun herkesin ve her şeyin susmasını istemişsin. Kendini duyabilmek için."
Khaled Hosseini şöyle diyor;
"Belki de tükenmişimdir. Bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur. Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır. Hep ben yorulmak istemiyorumdur. Yeniden inanmaya ihtiyacım vardır. Beni bana geri vermek istiyorumdur."
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Kirli, acı bir su gibi yürüdü içime
Dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
Ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
Bugün oturdum ölümü düşündüm
Yağmur altında ya da karanlıkta
Bir başıma kalmış gibi...