"Büyüklüğün dört milim kadar. Gene de gözü andıran bir şeyler, omuriliğe benzer bir şey, bir sinir sistemi, bir mide, bir karaciğer, bağırsaklar, akciğerleri geliştirmeye başlamışsın. Yüreğin var bile, hem de kocaman: oranlamaya vurulduğunda benimkinin dokuz katı. Gövdene kan pompalıyor ve on sekizinci günden sonra düzenli atışlarını sürdürüyor: nasıl söküp atabilirim seni? Yanlışlıkla ya da bir rastlantı sonucu olduysan oldun, bana ne? Üstünde yaşadığımız dünya da bir rastlantı, belki de bir yanlışlık sonucu oluşmadı mı?"
Belki seninle bu biçimde konuşmak için çok erken. Belki şimdilik üzücü ve çirkin şeylerden söz etmemeli, yalnızca sevinç ve masumluk dolu bir dünya anlatmalıyım sana. Ama bu seni bir tuzağa çekmek demek olur, çocuk. Dünyanın, yürürken tökezleneceğin, düşüp canını acıtacağın, taşlarla dolu bir yol değil de üstünde yalınayak yürüyebileceğin yumuşak bir halı olduğuna seni inandırmaya çalışmak demek olur. Oysa taşlardan korunmak için demirden ayakkabılar giymek gerek. Bu bile yeterli değil üstelik, çünkü sen ayaklarını korurken adamın biri yerden taşı almış, kafana atmaya hazır olacaktır.
Kitapta bir kadın hamile kaldığı süreçten çocuğunu kaybedene kadar çocuğuna karşı,çevresine karşı ve kendisine karşı neler hissettiğini çocukla konuşur gibi anlatıyor. Kadının yaşadığı ikilemleri, yaşadığı tüm zorlukları kendisine kızgınlığını, çocuğuna sevgisini ama hamileliğin onu nasıl kısıtladığını, kadın erkek arasındaki eşitsizlikleri detaylı bir şekilde görüyoruz. Anne olmak ve hamilelik sürecinin kişide nelere yol açtığını detaylı bir şekilde görüyoruz. Değişik bir kitap okumanızı tavsiye ederim.