Dünyada mutluluk olamaz diyen insanları düşünüyordum. Yaşamakta bir neşe bulabilmek için nasıl çabalıyorlar. Bak ne mücadeleler veriyorlar. Bir canlı yaratık neden acıyla yaşasın. Bir insanın kendi sevinci dışında herhangi bir amaç için yaşaması kim, ne hakla isteyebilir? Her insan onun peşindedir. Vücudunun her zerresi onu ister. Fakat hiç bulamıyorlar işte. Acaba neden? Sızlanıyorlar, hayatta bir anlam bulamadıklarından yakınıyorlar... Daha yüksek bir amaç, evrensel bir amaç arayanlar, ne için yaşayacaklarını bilemeyenler 'kendimizi bulmalıyız ' diye inleyip duranlar...
Hayatın anlamı "dünyanın sana sunduğu malzeme ve senin ondan yapabileceklerin..."
Dünyanın başlangıcından beri birbiriyle boğuşmuş iki güç... ve her din farkındaydı bu güçlerin. Her zaman bir Tanrı, bir de şeytan vardı. İnsanlar şeytanın biçimi konusunda yanılmışlardı o kadar. Tek başına, iri yarı birşey değildi şeytan. Kalabalıktı, sümüklüydü, ufacıktı...
Bir insanın başkasına yapabileceği en kötü şeyin özsaygısını yok etmek olduğunu söylerler. Bu doğru değil. Özsaygı yok edilebilecek bir şey değildir. Yapılabilecek en kötü şey yalandan özsaygısını yok etmektir...
Bu öyle bir savaştı ki Roark bu savaşta "hiçbir şeye" karşı mücadele veriyor, savaşmak üzere ileri itiliyor, başka çare bulamadığı için savaşmak zorunda kalıyor ama karşısında düşman da göremiyordu...
Sanmak, içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olmak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca... Ne mutludur o, oluşlarının içine sanıslşlarını da katmayı başaran insanlara...
En acıtıcı yara, asıl yanılanın insanın kendisi olduğunu anlamasıdır. İzi hiç silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinç tarafından kanatılmıştır. En güç affedilen hata, insanın kendisine ait olanlardır aslında...
Hangi kadın düştüğü kuyudan kendine rağmen çıkaracak bir savaşçı hayal etmez? Hele bu savaşçının aynı yastığa baş koyduğu kişi olması hangi kadının düşü değildir?
Gerçekten arayan biri, gerçekten bulmak isteyen biri, hiçbir öğretiyi benimseyemezdi. Ama aradığını bulan da hangi öğreti olursa olsun hiçbirinden onayını esirgeyemezdi.
Gençliğin sona erdiği ve orta yaş ovasının bütün bereketiyle başladığı, belirli bir an var bence. Insan farkında olmadan bir eşiği geçiveriyor ve gençliğin titrek kuşu uçup gidiyor tenden. Farkına varmak zaman istiyor ama. Belirsizlik de işte bundan doğuyor. Uyanmak için omzumuzu dürtecek hoyrat bir muavine, artık ovada olduğumuzu gösterecek bir levhaya ihtiyaç duyuyoruz. Anlama biçimlerimiz değişik. Levhalar da değişik zaten...
Programı en yoğun olan kişilere büyük saygı duyuyoruz. Ne kadar meşgulsen insan olarak statün de o kadar yüksektir. Bu fenomenden muzdarip olanlarımız bu "yapılacaklar" furyasına kendilerini öylesine kaptırmış durumda ki sırf iç dünyamıza bakıp aslında hiç de önemli olmadığımızı fark etmemek için kendimizi hasta edene kadar çalışıyoruz.